Yıllar önce otobüsle Ankara’ya gidiyorum. Önümdeki sırada bir erkek, bir kadın, bir de 4-5 yaşlarında bir çocuk var. Konuşma özelliklerinden Karadenizli oldukları  anlaşılıyor. Konuşkan insanlar, bir kadın anlatıyor bir erkek. Gerede’ye kadar adamın, ordan Ankara’ya kadar kadının hayat hikayesini dinlemek zorunda kalıyorum. Çocuk maaşallah hareketli, gözleri camdan dışarıda. Bir ara bağırdı: “Uyy!.. Delüğe gireyruk!..” Ben de hemen ileriye doğru  yöneldim, çocuk ne gördü de böyle bağırıyor diye.. Meğer tünele giriyormuşuz. Demek ki çocuk ilk defa tünel görüyor hayatında. Delik ya da oyuk oluşundan bir de sanırım içinin karanlık oluşundan,  tünel ile delik arasında bağ kurmuş olmalı. Belki de çocuk “tünelin ucunun açık, deliğin sonunun kapalı” olduğunu da bilmiyordu. Bildiği sözcükler arasında “tünel” sözcüğü  olmadığı için de onu “deliğe” benzeterek anlatmış olmalı.  
Şimdi şu iki örneğe bakalım da toplum olarak hangi başı-sonu belli olmayan kara deliklere sokulmak istendiğimizi yakından görelim..
*****
3.02.2017 akşamı facede gezinirken iki video izledim. Birincisinde başı yazmaya benzer bir  örtü ile örtülü bir bayan soruyor, sarıklı, sakallı, cübbeli bir hoca kılıklı da anlatıyor. Hoca kılıklının sarığı yeşil renkte, beyaz sıfıryaka gömlekli, kahverengi bir geniş yeleği de var.
Efendim, kadın soruyor, sarıklı anlatıyor:“Yukarıda Adem peygamber başkanlığında bir “Evliyalar Konseyi” varmış. Dünyadaki olaylar orada görüşülüyormuş. Dünyada olan-biten her şey orada verilen karara göre yürüyormuş. Mesela AKP’nin Anayasa Mahkemesi’nde kapatılma davasında AKP’nin savunması buna(Hoca’ya) verilmiş. Dosyalar, klasörler iki aya yakın zamanda hazırlanmış. Bu Hoca demiş ki, “iki üyenin kararıyla davayı biz kazanacağız”. Öyle de olmuş!.
İnançlarımıza göre; “Allah’ın  belirlediği yazgı, Amentü, alın yazısı” hak getire..Hepsini bu “Evliyalar Konseyi” hallediyormuş!. “Evliyalar Konseyi” Yunanistan’daki karışıklıklarda da görev yapmış. Olayların  gidişatını, “İslamın kalesi olan Türkiye’ye halel gelmesin” diye önlemişler!.
Diğer video ise geldiğimiz ortamı gösteriyor. Bir yol düşünün. İki tarafı küçük-büyük yaşta insanlarla  tıka-basa doldurulmuş. Birden sarıklı, sakallı, cübbeli, beyaz sıfıryaka gömlekli adamlar çıkıyor ortaya. İnsanları yolun kenarına doğru sıkıştırıyor. İleriden gelen otolara yol açılıyor.   Otolar bu şahıslar tarafından  koruma altına alınmış durumda. Başka araçlar da var. Ekranda gördüklerinize bakarsanız “tipik bir Orta-Doğu ülkesi” görüntüleriyle karşı karşıyasınız. Video, otolardan kimse inmeden bitiyor.
*****
Ama siz; “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat (yol), medeniyet tarikatidir.” sözünün ülke yaşamı içindeki yerinin, gerici iktidarların  tavizleriyle bu tarikat yobazları tarafından yok edilmekte olduğunu büyük üzüntü ile görüyorsunuz.
                Sonra yine Büyük Atatürk’ün şu sözleri geliyor aklınıza: "Bir takım şeyhlerin, dedelerin, seyyitlerin, çelebilerin, babaların, emirlerin arkasından sürüklenen ve falcılara, büyücülere, üfürükçülere, muskacılara talih ve hayatlarını emanet eden insanlardan mürekkep (birleşmiş, oluşmuş) bir kütleye, medeni bir millet nazariyle (bakışıyla, gözüyle) bakılabilir mi?" sözlerinin tam tersini, her gün tv ekranlarında, gazete sayfalarında görürken, içinizde acılar duyumsuyorsunuz.
*****
                Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhuriyetimizin kuruluşunun 10. Yılında verdiği ünlü söylevinde: “...Türk Ulusunun yürütmekte olduğu yükselme ve uygarlık yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müsbet bilimdir” demişti. Çünkü bilimin kılavuz olduğu yerde hurafelere, büyücülere, muskacılara, falcılara, softalara yer yoktur. Bu “hoca kılıklı” din bezirganlarına, halkın kutsal dini duygularını siyasete, ticarete alet edenlere, yoz kafalı yobazlara meydan yoktur. Ama ne yazık ki günümüz koşullarında artık okullarımız dahil her meydan onlara açılmış durumdadır.
Oysa, Anayasamızın 2. maddesinde sözü edilen, Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir”  ilkeleri ortayerde duruyor. Ülkenin Milli Eğitim Bakanı ne yapmalı? Bu ilkelere uygun yurttaşları hangi eğitim metodu ve programıyla yetiştirmeliyim diye düşünmeli, değil mi?.
Pekala MEB ne yapıyor?  “İmam ve Hatip mesleği”ne eleman yetiştirmek üzere Öğretim Birliği Yasası’yla kurulan İmam Hatip Okullarını, eğitim-öğretimin temeli durumuna getiriyor. Diğer meslek okullarının Endüstri Meslek, Kız Meslek vb.gibi liselerin orta kısmı bulunmazken, “İmam Hatip Liselerinde ortaokul kısımları açma” olanağı yaratılıyor. Diğer okulların eğitim-öğretim programlarında Ahlak ve Din Bilgisi dersleri varken ve bütün eğitim süreci içinde okutulurken, “Kuran-ı Kerim, Peygamberin Hayatı” dersleri de eklenerek, tüm okulların kısmen de olsa İmam-Hatip kimliğine girmesi sağlandı.  
*****
MEB Talim ve Terbiye Kurulu’nun 21 Ekim 2015’te yayımladığı kararla, Arapça dersi de ilkokullara girdi. Uygulama 2016-2017 ders yılında 2. sınıflardan başlayarak 3. ve 4. sınıflara da yaygınlaştırılacak. Yani, daha küçücük yaşlarda anadilleri güzel Türkçemiz öğretilecekken, “çocuklarımızın beyinlerine Arap alfabesinin ve Arapça’nın işlenecek olması”, Arapça’nın anadili düzeyine çıkarılması sonucunu doğuracaktır.
Yani Anadolu topraklarında yaşayan herkesi kapsayan, kucaklayan, “Ne mutlu Türk’üm diyene” sözü yerine, “Ne mutlu müslümanım diyene” sözünün  monte edildiği görülüyor. Böylece “Milli kimlik” yok edilerek, “dinsel kimlik” öne çıkarılıyor. Cumhuriyet yönetimi sürecinde “Laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti” anlayışıyla kazandığımız “Cumhuriyet ve Yurttaşlık kazanımları” yok edilerek, “Kul-Köle düzeyine” geri dönmemiz isteniyor.
                İlkokullara Arapça dersinin zorunlu olarak konulması, “çocuklarımızda kimlik sorunu” da doğuracaktır. Çocuklarımız bu sistemle giderek “Araplaşacak”tır. İleride bir çok ailede laik okullarda okumuş ana-babalarla, dinci okullarda okumuş çocuklar arasında anlaşmazlıklar başlayacaktır. Bütün bunların önlenmesi için, iki ay kadar sonra önümüze gelecek  halk oylaması (referandum)  sandığını hayırlı olsun diyerek iyi değerlendirmemiz gerekiyor..