Kimi düşünce akımlarının itirazları olsa da, nedensellik ilkesi ve akılcı düşünceye dayalı bilimsel yaklaşım, sosyoloji biliminin temelini oluşturur. Olay ve olguları, sebep-sonuç ilişkisi üzerinden açıklamaya çalışan bu anlayışa göre, tüm olaylar, tıpkı bir zincir halkası gibi birbirine bağlıdır. Her olay, kendinden öncekinin sonucu, sonrakinin de sebebidir. Önceki olayı doğru bilmez, gerçekliğini tam kavrayamazsak, sonraki olayı da anlamlandırmamız mümkün değildir... Bu özetin de özeti açıklamaları anayasada yapılması düşünülen “malum” değişiklikleri bir de bu açıdan değerlendirmek için yaptım… Hangi nedenlere dayalı olarak bizden “evet” dememiz isteniyor, sonuç gerçekten onların dediği gibi mi olacak, köşemin sınırları ölçüsünde değerlendirmeye çalışacağım bunu...
 
AKP elebaşlarının yayımladığı, adı bile bir hükümet genelgesine benzeyen, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin Genel Faydaları” başlıklı bildiride yazanlara başvurarak yapacağım değerlendirmeyle genel bir çerçeve çizmeye çalışacağım… Detaya girdiğim zaman pehlivan tefrikasını da geçen bir yazı dizisinin ortaya çıkması kaçınılmaz çünkü… Başka yazılarda tartışmayı sürdürüyoruz zaten… “Evet” propagandası yapanlar iki temel argüman kullanıyor: Bunlardan birincisi istikrar… Anayasada yapılacak değişikliklerle siyasi istikrarın kalıcılaşacağını iddia eden bu çevreler, yapılacak değişikliklerle güven ve huzurun tesis edileceğini, ekonomik gelişimin ve toplumsal uzlaşmanın sağlanacağını iddia ediyor.
 
KUTUPLAŞMAYI DERİNLEŞTİREN DİL, BÜYÜK TEHLİKE YARATIYOR
İkincisi de, sosyal medyada başlayıp, giderek AKP elebaşları da içinde evet’çi cephenin dört elle sarıldığı, “PKK, FETÖ ‘hayır’ diyorsa biz ‘evet’ demeliyiz” demagojisi… Şu ana kadar kamuoyuna açıklanan belgelerde yer almayan bu iddia, sözlü olarak en çok ifade edilen argüman haline geldi… Bunun nedeni taleplerinin sağlam dayanaktan yoksun olması elbette… AKP elbaşları, insanlığın oluşturduğu evrensel değerlerle her yönüyle çelişen talepleri topluma anlatmakta zorlanınca, basit indirgemeci yaklaşımlardan medet umuyor doğal olarak… Türkiye gibi “algı operasyonlarının” büyük prim yaptığı bir ülkede, bunun elbette bir toplumsal karşılığı bulunuyor…  Ancak ülkede kutuplaşmayı derinleştirmekten başka hiçbir işe yaramayan bu dil, içinde büyük tehlike taşıyor…
 
Taşıyor, referandumda “Hayır” diyen herkesin teröre destek verdiği, her muhalifin aynı zamanda potansiyel bir terörist olduğu gibi bir sonuç yaratılıyor çünkü… “Hayır” için yapılacak her türlü faaliyetin, terör örgütleriyle bağlantısını kurup müdahale edilmesine zemin yaratmakla kalınmıyor, “Oluk oluk kan akıtacağız” diyen evet’çi çetecilerin, provokatif eylemlerine de meşruiyet kazandırılıyor böylece… Yalnızca bu bile, toplumsal yaraları kanatarak sonuca ulaşmak isteyen AKP’nin ne kadar gözü kara olduğunu ortaya koyuyor… Unutmamalı ki, sorumluluk sahibi iktidarların amacı toplumda var olan gerilimleri tırmandırmak değil, sönümlendirmektir… Dile getirmekten pek hoşlandıkları huzur ve istikrarı sağlamanın başkaca yolu yoktur…
 
ÇOK OLANIN HER ŞEY OLDUĞU SİSTEM
Yazılı metinlerde, “Cumhurbaşkanlığı sistemine geçildiğinde istikrarın sağlanacağı” yolundaki iddiaları ise tümden asılsız bence. Bu ülkede sorun olmayan tek şey, istikrar çünkü… 15 yıldır kesintisiz iktidarda olan, “Ağzından çıkan her şey hukuka uygun olsa da olmasa da kanun olan” bir siyasi hareketin istikrarsızlıktan şikâyet etmesini,  beceriksizliğinin itirafı olarak görmek gerekiyor…  Öyle anlaşılıyor ki, AKP elebaşlarının sınırlı muhalefete, en küçük demokratik direnişe bile tahammülü yok artık. Despotik bir rejimde dikensiz gül bahçesi yaratmaya çalışan zevatın savunduğu, “Çok olanın her şey olduğu sistem”, insanlığın yüzlerce yılda oluşturduğu demokratik birikime de aykırı ayrıca...
 
Sistem değiştiğinde,  “Terörle daha etkin mücadele edileceği, daha etkin ve hızlı karar alınacağı” söylemlerinin de ciddi hiçbir yanı bulunmuyor… Devletin idari, siyasi tüm aparatları ellerinde olduğu gibi, terörle mücadele konusunda muhalefet açık destek verdi bu zamana değin... Buna rağmen terörün büyümesi AKP elebaşlarının sorun çözme kapasitesinin son derece düşük olduğunu ortaya koydu. 15 yıldır, kalkınmacı politikalarla göz boyamaya çalışan AKP, tüm toplumsal meseleleri yüzüne gözüne bulaştırarak ülkeyi yönetilemez hale getirdi. Beceriksizliğinin  faturasını ödememek için de sistemi değiştirmek istiyor can havliyle... Mahallede yangın sürerken saçını tarayan elkızı gibi, ülke bin bir dertle boğuşurken, o kendi ikbalinin peşinde koşuyor… Buna “Hayır” demek de bir yurttaşlık görevi olarak ortaya çıkıyor bence…