“İyi düşün, iyi olur” derler ama galiba bunca keşmekeşin içinde iyilik de yolunu şaşırıyor, nereye uğrasa ayaküstü,  yolunmuş kaz gibi çırılçıplak kalıyor ve dolayısıyla da bir işe yaramıyor iyi düşünce! 
Hemen hemen hepimizin iyilik meleklerine ihtiyacı var şu tepetaklak olduğumuz zor günlerde. 
Sadece iyilik meleklerine değil, aklıselim yöneticilere ve yönetemediğini kabul edenlere. Sanırım yönetemediğini kabul edebileceklere daha çok ihtiyacımız var.  
Kişi, önce kendinden,   sonra en yakının da olandan,  daha sonra da çevresinden, ülkesinden, yöneticisinden sorumlu, liste bir hayli kalabalık. 
Benim tuzum kuru demenin hiçbir faydası yok,  zira umulmadık yerden gelip de tuzu hangi su ıslatacak hiç belli olmuyor yaşadığımız zaman diliminde. 
İstikrarın sağlanabilmesi adına elbette belirli görev dağılımları var  bu hayatta, ağır sorumluluklar ve o sorumlulukların hakkını verenler ve yahut veremeyenler var. 
En küçük birimden başlayarak,  ağır sorumlulukların olduğu her bir görevi, her detayı,  ince eleyip sık dokumak gerekiyor,  aksi halde elinize yüzünüze bulaştırdığınız her sorumluluğu, beraberinde kötüye kullanmak gibi vebali ağır olan bir yükün altında, üstelik beklenmedik bir anda ezilmek kaçınılmaz oluyor.  Ezilmekle kalmayıp, yine beraberinde birçok canı da katlediyor ve yine birçok iyi niyetli insanı da zan altında bırakıyorsunuz,  durum bir hayli hassas yani. 
Bizler çok çeşitli gündemin ağırlığıyla cebelleşiyorken, gün geçmiyor ki akla ziyan yeni bir olayla yüzleşmeyelim, hangi akla hangi mantığa hizmet ettiği belli olmayan, saçma sapan birilerinin kuş kadar bile olmayan aklının peşine takılmayalım.  
Hepimizin, yaşadığımız topraklarda olan bitenler üzerine, fikir paylaşımlarımız oluyordur az çok, bir değerlendirme ve yahut sebep sonuç ilişkisi bağlamında durum tespiti yapıyoruz muhakkak, bir işe yaramıyor görünse de. 
İşte böyle bir sohbette, bir dost meclisinde, yine çok yakın bir tarihte gündeme dair fikir alışverişinde bulunurken, içinde bulunduğumuz günlerden söz ederken, kendi tespitini aktaran dostlardan biri, kiralık beyinlerin çoğaldığını ve sistemin içine girmek istemediği halde, buna zorlananların olduğunu söylemişti sohbet esnasında. 
Kiralık beyinler: Bana çok ilginç gelmişti bu söyleşi, kiralık beyinlerin olduğu bir dünyada, satılık beyinlerin olma ihtimalini düşünmüş ve yaşadığımız zaman diliminden ürkmüştüm açıkçası. 
İnançlar üzerinden (bu yalnızca dini inanç değil) insanların kandırılarak beyinlerinin kiralandığının üstüne basan ve durum tespiti olarak bunun sahiden de öyle olduğuna inanan dostumuzun ne kadar haklı olup olmadığını düşündüğümde ise, vay bundan sonraki halimize dedim. 
Kendine ait olanı, üstelik en gerekli olanı kiralıyorsa kişi, karşılığında mutlaka bir şey vaat ediliyordur kendisine. Kendine ait olan bir şeyi kiraya verdiğinde ise, üstelik bu kendisi için çok önemli olan organ beyniyse, geriye düşünebileceği sorgulayabileceği neyi kalıyordur dersiniz? 
Sorgulayamayan düşünemeyen ve kendi inisiyatifinde olmadığı için fikir  üretemeyen bir kişi ne fayda sağlar yaşadığı topluma, hele ki bir de bunlardan yüzlerce binlerce milyonlarca varsa. 
Şu ana kadar kiralık olanının üstünde duruyoruz ve ondan söz ediyoruz, ya satılık olup hiçbir vasfı kalmayanlara ne dersiniz.  
Sürü psikolojisi diye bir tabir var ya hani, düşüncesizce oluşturulan çokluğa katılırıverilen ve hiç düşünmeden teslim olunan, peki nasıl karşısında olanın kendinden daha akıllı, daha kıdemli olduğuna inanır insan, neden bir zahmet düşünme yetisini devreye sokup da kendi yolunu aydınlatmaz aydınlatamaz. 
Elinde var olanı kiralamak, kendine gerekli olanı azaltmak, vasatlaştırmak başkalarının düşüncesine teslim olmak, aslında kendi düşüncesini satmakla aynı değil midir sizce. 
Evet, bende birçoğumuz gibi kabul ediyorum, bazı mevkiler, bazı meslekler ayrıcalıklıdır, fakat bunları ayrıcalıklı yapan işin hakkını verebilmek için doğruyu yanlışı sorgulayabilenlerin, araştırabilenlerin kıyaslayabilenlerin, kendi çabalarıyla onlara farklılık veren aşamalarından ibarettir. 
İşte burada asıl önemli olan, konunun belki de en hassas yeri, sende ayrıcalıklı olabilecekken ne diye kiralarsın, çok daha vahim olarak satarsın beynini. Karşılığında ne kazanacaksın da ya da ne kadarı elinde kalacak, hadi kaldı diyelim elinde, kalanın sana insanlığını kaybettirdikten sonra ne faydası olacak. Bu sorunun cevabını iş işten geçmeden verebilmek günümüzde ne yazık ki çoğunluklarca mümkün değil diye düşünüyorum. 
Göçebe hayattan yerleşik düzene geçtiğinden beri insanoğlu, hep bir yere ait olma isteği arzusu içinde kalmış, fakat bu topraklarımız, yaşadığımız coğrafyamız söz konusu olduğunda geçerlidir diye düşünüyorum. Elbette yaşadığımız dünyada bireyselliğimizin yanı sıra toplumsal olarak da birlikte hareket edilecek alanlar durumlar kaçınılmaz ama burada ki hassas nokta, düşünebilme ve sorgulama yetisini kaybetmiyorsan anlamlı birlikte hareket etmek diye düşünüyorum. 
Gözü kapalı sadece maddesel kazançların büyüsüne kapılıp, beynini kiralamak kadar cahilce ve hatta aptalca hareket edenlerin çokluğu sebebiyle çalkalanıyoruz yayıktaki ayran gibi, kaymağımızı da hiç suya sabuna dokunmayanlar, sadece kiralamayı, bir de satın almayı iyi bilenler yiyor.