Erkek adam profilinin bütün kodlarını değiştirdi şu yirmi birinci yüzyıl denilen modern çağ teranesi. İyi bir eğitim, kimi düşünsel bakış açılarında, yaşam felsefesi kadar önem arz ediyordu, fark yaratabilmek adına. Yalnız bu fark, toplumun daha çok kendilerince kategorize ettikleri sınıf dâhilindeydi ne yazık ki. Özündeki kaynakların sığlığından dolayı, birilerinin üzerlerine kimlik biçmesi tercih ediliyordu. Ne kadar çok para kazanır ve harcarsan, o kadar çok olmuş olduklarını düşünen zavallılarca.
Bilmem hangi kolejde, hangi özel okullarda, kendilerine göre “diğerlerine” üstünlük sağlayabilmek adına imkânların şımarttığı, eğrelti kişiliksel kimlikleri çoğaltıyordu bir güruh. Aslına bakarsanız kendi aralarındaki yarışa çocuklarını dâhil etmeyle başladı iş. Kalburüstü diye tabir edilen, kendilerini farklı bir yere koymak arzusunda olanların,  yaşamın kaymağını yemeye doyamayan egosantrik kişiliklerin çoğalma telaşıydı bu,  bir türlü üzerlerine oturmayan kimliksel giysilerinde.
 Bu durumun sakıncalarını, çevresel olarak gözlemlediğinde, daha çok hissediyor insanoğlu. Mukayese yapabilmek için, halkın içinden gelmiş olmak şartı gerekiyor sanki. Statü farkının megolamanlığıyla böbürlenmek, sadece gülünç hale düşürüyor o aciz insanları. Buna rağmen utanmadan hak çalıntılarıyla böbürleniyor, kursaklarından dolup taşanlarla da üstünlük taslamaya devam ediyorlar.
Böyle bir durum tespitine beni iten şeyin, aslında kaba saba olarak tabir edilen, eğitimsiz, yetersiz, cahil olarak üstüne basılan, Anadolu insanının göz göre göre hakkının yeniyor olmasıydı elbette.
Anadolu denilince, gözü pek, tuttuğunu koparan, ekmeğini taştan çıkartan, anasına bacısına sahip çıkan bir erkek profili canlanır gözümde. Kadınları da en az erkekleri kadar merttir. Harama dokunmayan, hakkına kanaat eden,  sevdalandıysa da şayet, helalliğim diyerek sevdasını kutsayan Anadolu erkekleri. Onlar karakterlerini dağda taşta doğal ortamda geliştiren ve aynı zamanda kişiliklerini de örf ve ananelerimizle yoğuran harmanlayan has adamlardır.
Şimdi şu durumda, ortaya çıkan iki çeşit adam profilinden hangisi fayda sağlar bu coğrafyaya. Aldığı eğitimin bilincine varamayan, güçlü olduğunu zannettiği, şişirilmiş kişiliksiz kaslarıyla beyninde yer etmeyen özel eğitim dolgusuyla ne kadar adam olabilir ki o türdeki insanlar. Ağzının içinde, yuvarlayarak özümsediği küfürleriyle, magandalıkta sınır tanımayan, özellikle yanından bir kadın geçerken “ahan da ben ne güzel sövüyorum, varsa kendine güvenen bana bir ayar çeksin bakalım” kara cahilliğin de esip gürlediğini zanneden, beyinsizlerden ne fayda olur, yine soruyorum bu coğrafyaya.
 Peki ya bu örneklerin aileleri, sınıf farkının sadece maddesel üstünlükle elde edildiğini zanneden soytarılar, onlar ne olacak. Onlar kendilerini sadece kazanmaya endekslerken, kayıp edilen toplumsal değerlerin diyetini neden yine Anadolu insanı ödemek zorunda kalacak. Bunun neresi yirmi birinci yüzyıl, bunun neresi modern çağ, bunun neresi eşitçilik Allah aşkına. 
Bununla birlikte,  anlamakta güçlük çektiğim bir başka güruh daha var. Onlar olmuşluğu kendi yazdıkları maddelere göre biçimleyen, sadece kendi bakış açılarıyla değişim olabileceğine inanan soysuz soyunun soyluları aslında. Kendilerini sanki ayakları bu topraklara basmıyor da sadece masa başında boşalıp dolan bardaklarda, ülkenin, dünyanın gidişatına sulu çözüm bulmaya meyilli, artık kendini çoktan olmuş addedenler. Bunlar daha vahim, bunlar daha çok ürkütüyor beni.
İnanır mısınız(?), bir diğerinin, bir diğerini beğenmediği, önemsemediği, dikkate almadığı insan profillerinden, onlarca bakış açısı düşüyor zamana. Ve şu durumda ortaya çıkan gözlemle,  yine bir diğerinin, yani bizden olmayan olarak öngörülüğünde, işte onlar, içi boş olduğundan emin olduklarımız, kibir hırkaları giyiyor üst üste.
Bunun için filozof olmaya, düşünce bilimi okumaya gerek yok, sadece girdiğiniz topluluklarda biraz gözlem yapmanız bu ayrımın ana hatalarını çiziyor size. Ve bununla birlikte, yapılan sohbetlere, düşünce farklılıklarına kulak kabarttığınız da ise, titriyorsunuz insanlık adına gelecek kaygısında.
İşin daha da vahimi, bir parça da olsa kendi fikrinizle savunucusu olduğunuzda, yaşamsal bakışınızın, düşünce önceliğinizin altını öylesine çizdiğinizde, daha meramınızı anlatamadan “anlamak isteyen olduğundan emin olmasam da” başlıyor yargılama seansları. Masaya yumruğunu vurmayı da güç gösterisi zanneden cahillerin arasından “hadi tut bakalım yiyorsa davanın ucundan” oluyorsunuz.
Şu çok kazanan “yolu yöntemi belli olmasa da yine de çok kazanan” çok harcayan, çok bilenler olduğu sürece, kimin ne kadar bilinci var cebinde, kim daha çok doldurmuş insanlık heybesini bilemeyeceğiz kesin olarak. Bunun yirmi birinci yüzyıl şaşasın da bir önemi de yok aslında. Kalıplı, içi dolu adam olmak, artık görüntüye endeksli olduğundan, böyle bir algı oluşturulduğundan,  diğer aslolan değerlerin hükmü kalmıyor doğal olarak. Anadolu’nun gözden çıkarıldığı bir kişiliksellik yapılanmada, özü insan olan değerler bütünlüğünde, kaba saba, ağzı iyi küfür yapan, höt höt ile efelik taslayan, şişirilmiş adamcıklarla daha çok boğuşacak insanoğlu.
Bu sadece bizi bağlayan bir durumda değil aslına bakarsanız, düşünerek konuşmak ve konuşarak anlaşmak, neredeyse insanlık adına, tedavülden kalkan gereksiz bir argüman olarak görülüyor bir takım şuursuzlarca. 
Astığı astık, kestiği kestik, en deli, en gözü kara olanın kazanırken kaybettiği bir çağsal savaşın içindeyiz hepimiz. Bu yüzyılın en utanç verici kısmı ise insanlığımızı çoktan kaybetmekte olduğumuz. Adam olabilmek için önce, sanırım, insan olmak gerekiyor ve bir kadının eteklerinin arasında hayata baktığımızı unutmamak.