Olacakla öleceğin önüne geçilmez derler ya hani, bu demek değildir ki: El el üstünde bağdaş kurup da olan olsun acizliğinde, zavallılar gibi oturup seyredelim.
Malum, içinde yaşamakta olduğumuz gezegenimizde, insanoğlunun şuursuzluğunun neticesinde hüküm sürmekte olan, olağanüstü durumlar, doğal afet adı altında yüreğimizi ağzımıza getiren ani gelişmeler, değişmeler kol gezmekte.
Ekolojik sistemin bozulmasıyla ne zaman ne olacağı, gökten ne yağacağı ne kadarını göğüsleyebileceğimiz, ne kadarının üstesinden gelebileceğimiz ise afetlere karşı oluşturabildiğimiz bilinçle ilintili. Bu konuda günler öncesinden yapılan uyarılara kulak tıkamamak, duymazdan gelmemek gerek.
Tamamen durdurmak ve doğal afetlerin önüne geçmek elbette ki imkânsız! Ama sanal felaketlere maruz kalmak ve sanal felaketlere sessiz kalmak şaibeli bir zavallılık…
Ülkemizin son dönemlerde başına bela olan orman yangınları, yaşanmakta olan yüzyılda, insanlığın utanç duyması gereken en büyük sanal afetlerin başında yerini aldı.
 Sabotaj varsayımlarının altına sığınmak ise, şu acizliğimiz noktasında ki en kolay, en ahlak kızartan kaytarma yöntemi oldu. Pişkinliğin bu kadarını hiçbir vicdan kabul etmez, vicdanın olmayışı bile kabul etmez kanaatindeyim.
İnsanoğlu; biz, siz ve onlar olmadan önce, aynı acıyı hisseder, aynı sevince ortak olurdu, kaldı ki aynı gezegende aynı yolun yolcularıydık. Şimdi ise bazılarımız kendini başka bir dünyada varsayıyor…
Aynı gezegende var olduklarını unuttukları için bir birine sağır, birbirine tahammülsüz bir şekilde birileri batarken, birileri o batanların üzerine basıp zirveye tahtını kuruyor ama aynı gökyüzü altında oldukları gerçeğini gözden kaçırıyor. Bugünün yarını intikam alam konusunda acımasız ve azgın…
Felaketler, din, iman, ırk, rütbe ayırt etmiyor. Ekolojik sistemin demirbaşlarından biri olan ağacı, ormanı, yeşili yakıp kavuracak kadar, içinde doğanın dengesini sağlayan binlerce canlıyı yok edecek kadar gözü dönen canilerin, insanlığa bedel ödetme hadsizliğine seyirci kalmak, suça ortaklığımızın ne yazık ki ta kendisi.
Bu konudaki hassasiyet gördük ki yeterli değil.
Öte yandan mevsimlerin alışıla gelmişliğinin dışında seyreden değişimleri başıboşluğu söz konusu.
Mevsim yağmurları arsızlaştı iyice yere düşen her damla bir şeylerin intikamını alıyor sanki insanlıktan.
Metrekareye 150 ila 200 kg arasında yağış düşen yerlerde, çaresizliğin bir başka yüzüyle muhatap olmak zorunda kalmak, netice üzerinde düşünceye sevk ediyor insanı.
Doğal afetlerin çoğunda, yerel yönetimlerin iş bilmezlikleri başı çekiyor. Çalışmayı üretmeyi beceremeyen toplumlar, olası felaketlerde yaralarını sarabilme noktasında her daim aciz kalmaya mahkûmdurlar. Fizibilitesi iyi yapılmayan yerleşim yerlerinde bedel ödemek de kaçınılmaz oluyor haliyle.
Yerel yönetimlerin en büyük savunması, kendilerinden önceki yönetimin iş bilmezliği üzerinedir. Daha iyisini başarabileceklerini vaat ederken, oldukları yerde saymaları ise akla beceriksizliğin ağır bastığını getiriyor nedense.
Bu son dönemde sel felaketlerinde rezil rüsva ve kepaze bir görüntüye fırsat verenlerin, bir an evvel işe koyulmaları gerekmiyor mu sizce de.
 Bunun siyasi olarak (A) partisi (B) partisi olmamalı, ideolojik ayrıştırmaların ötesinde ciddiyeti tartışılmayacak noktada olan bu konunun hassasiyetinin kavranabilmesi dileğiyle.
İşe koyulmak yerine, birbirini fişleme zavallılığı ise daha sonraları için mal ve can kaybı açısından eyvah dedirtmesin.
Gezegenimiz yorgunluk ve değişim belirtileri göstermekte. Bu duruma seyirci kalmak, eşeği çayıra salmakla, sağlam kazığa bağlamak arasındaki akıl yolunu bulamamak gibi sanki.
ZONGULDAK HEP ÖKSÜZDÜ HEP YETİM AMA HEP MAĞRUR
Memleket sevdalısı olmak, taşına toprağına baş koymakla olur, lafla peynir gemisi yürütmeye benzemez.
Memleket sevdalısı olmak, koltuk sevdalısı olmak da değildir.
Dikili bir ağacı, çakılmış bir çivisi olmayanlar, bu bahtsız coğrafyaya daha fazla haksızlık, hadsizlik etmesinler.
Kendini ağabey, kendini külhanbeyi sanmak, bir başkasının öksürüğüne kadardır, bu çok defa deneyimlenmiştir!
Birbirinin şeceresini bilecek kadar iç içe yaşayan memleket sakinlerinin, atanmışıyla seçilmişiyle artık omuz omuza olması gerekmektedir. Bu senden, bu benden diyenlerin sonu hüsran olmuştur ve kaybeden Zonguldak olmuştur.
Kibirden kendini muaf edemeyenler, hizmetten, kaynaşmadan, kucaklaşmadan bî haber, gün doldururlar sadece.
Birilerinin seçilmişi, birilerinin atanmışı olmak, iş bilmezliğin beceriksizliğin adı oluverir bir zaman sonra.
Arşivlerde adları sadece satırlarda kalanların, bu öksüz, bu yetim kente ettikleri kötülükleri ne tarih unutacaktır, ne de satırlar dışında o kişilerin itibarları olacaktır.
Gün, bu kenti, bu coğrafyayı yerden kaldırıp şahlandırma günüdür. Olduğu yerde saymak, mazeretler üretmek, vizyonu, cesareti olmayan insanların seçimidir.
İçinden geçmekte olduğu bu zor zamanlarda sel felaketiyle mücadele eden memleketime Zonguldak’ıma geçmiş olsun diliyorum.
Zor zamanların, dar zamanların mücadelesini çok kez vermiş olan bu eşsiz coğrafyaya, emeğin başkentine bunun da üstesinden gelmek yakışır. Kendi göbeğini kendisi kesmeyi iyi bilir bu coğrafya.
Adını altın harflerle tarihe yazdırabilecek yürekli insanların, bir gün ortaya çıkacak cesareti bulması dileğimle, başın dik olsun, emeğin kutsal, ekmeğin helal olsun Zonguldak…