Ölüm nasıl anlatılır ki. Nasıl tarif edilir, hele ki çocuk ölümleri söz konusu olduğunda, nasıl konuşabilir insan. Ne yüzle, hangi edeple söz söylenir, iş işten geçmişlere. Ölüme yolcu ettiklerimizin yanında bu kahrolası vakitsiz çocuk ölümleri var ya çok daha ağır, çok daha şiddetli acı bırakıyor üzerime. Sebebi ne olursa olsun “çocuk” kelimesi alnımın, yüreğimin orta yerinden vuruyor beni.
 Acıyı yaşayan, yüreği yanan biliyor sadece, emin olunuz. Birde anne olabilme şansına erişmişseniz, hangi duygu, hangi acı, neresinden yaralıyor, neresinden vuruyor insanı, daha iyi anlayabiliyorsunuz. Fakat yine de evladını kaybeden bir anneyi, bir babayı, bu acıyı yaşamamış, hiç ama hiç kimse anlayamaz. İşte bu yüzden, çocuk ölümleri, hiçbir ölümle, acıyla mukayese edilmez.
Ölümün tarifi, yürekte bıraktığı acı, elbette değişiyor kişiden kişiye. Genç ölümler, sırasız ölümler bir başka yakıyor yüreği.
Bundan birkaç yıl önce, babamı kaybetmiştim.  Son nefesini veriyorken, onu çaresizce ölüme uğurlarken, nasıl tarif edilebilir bilmiyorum, dakikalarca göz göze bakışıp kalmıştık.”Gitmek istemiyorum” diyordu “beni almaya geliyorlar, bırakma ellerimi.” Ellerini bırakmadım ama onu ölüm geldi ve aldı. Yetmiş altı yaşındaydı sadece, benim artık babam yok. “Onlar ise çocuktular onlarda artık yok.”
Biz bir türlü, olması gerektiği gibi, baba kız ilişkisi yaşayamadığımız için, içimdeki eksik, baba sevgisizliğiyle boğuşmuşumdur kendimi bildim bileli.” Kocaman bir kadın olmama rağmen, hala bir yanımın çocuk olduğunu hissederim her zaman.”
Ama o adam, benim babam, tecrübelerinden sonra belki de oluşan kaygılarından dolayı, bana duvarın arkasını görmeyi öğreten babam, bu dünyanın insanı en çok ve çabuk harcayan ve bir yalandan ibaret olduğunu, kendi korkularının asabiyetinde anlatan, en iyi öğretmenimdi benim.
Söyledikleri,  tecrübeleri ve elbette kaygıları, yaşanacak olanın önüne geçemese de kulağımda asılı duruyor. Babam haklı çıkıyor ben büyüdükçe, yaşamak kirlendikçe.
Çocuklar, korunmaya en çok ihtiyaç duyan insan yavruları. Savunmasız, tecrübesiz, art niyetsiz çocuklar, çocuklarımız.
Hepimiz, annelerimizin babalarımızın çocuklarıyız ve hiçbir zaman büyümeyen, büyümeyecek olan,  korunmaya muhtaç insan yavrularıyız. Nazımızda, şımarıklığımızda en çok anamıza, babamıza geçer. Bizi anamız babamız anlamazsa, sahip çıkmazsa, koruyup kollamazsa,  sevmezse, zaten eti budu bir lokma olanı, kim korur, gayrı siz düşünün.
 Bu dünya üzerinde çocuk olup da annesinden dayak yemeyen, oklava, terlik gibi nesnelerle korkutulmayan çocuk var mıdır bilemiyorum. Kıçına tekme atılan, saçı başı yolunan, üzerinde her türlü şiddeti, kendi yakınlarından gören çocukların, yetişkin bir birey olduklarında, toplumun içine karıştıklarında, içlerinde sinsice büyüyen şiddet tohumlarının, onları esir aldığında, doğabilecek, yaşanabilecek sıkıntılı durumları, düşünemiyorum bile.
 Buna rağmen siz herhangi bir evladın, annesini sevmekten vazgeçebileceğine inanıyor musunuz? İç hesaplaşmaları olanların, o katı duruşlarının altında bile, anne sevgisi hep var kabullenmekte zorlansalar da.
Niye gerek duyulur, neden şiddet terbiye etme aracı sanılır, onu da bilmiyorum, Sanki bu bir misyon ve kuşaktan kuşağa aktarılıyor şiddet.
En çok istediğimizden en kolay nasıl vazgeçebiliyoruz.
Kendilerine ağır gelen sorumluluğun vazgeçişine çocukları kurban ediyorlar. Daha da vahimi bir çocuğu nasıl yetiştireceklerini bilemedikleri için ayrıca üstesinden gelemeyeceklerinden korktukları için, vazgeçiyorlar çocuklarından.
Hayat mücadelesini bahane ederek, tamamı değil elbette, fakat birçoğu, tutuyor çocuklarının enselerinden (!) kulaktan dolma duyumlarla, eti senin, kemiği benim, bakış açısıyla tutuşturuveriyor birilerinin eline.
İnsan bu kadar çabuk vazgeçer mi yavrusundan, akıl erdiremiyorum. Eti de kemiği de sadece kendisine ait olan bir canlının, vücudunu, aklını, fikrini, bir başka düşünceye, zihniyete, zoraki nasıl satar, nasıl hediye eder, bir anne, ya da bir baba, benim aklım almıyor.
Çocuğu olamayan kadınları yok sayan zihniyetlerin, çok çocuğu üstünlük olarak gören bir diğer zihniyetin, kişilik gelişimleri söz konusu olduğunda, kendi aklına bilgisine güvenemeyip, vazgeçişlerini hiç düşünmek istemiyorum bile.
Nasıl doğar bir çocuk ve hangi zorluklarda büyür, büyütülür. Yemezsin yedirirsin, giymezsin, giydirirsin öyle değil midir doğrusu. Çünkü sen doğurduğun canlından yaşadığın sürece sorumlusun. Yok öyle kaytarmak,başının çaresine baksın demek. Yok öyle, eti senin kemiği benim demek.
Dünyadaki en zor şey olmalı, insanın yavrusundan vazgeçmesi, vazgeçmek zorunda kalması.
Kendi özgürlükleri için,  sorumluluklarını yok sayarak, çocuklarından vazgeçenleri kınıyorum, hem de lanetle kınıyorum. Bir evladı, annesi babası gibi hiç kimse sevemez, hiç kimse sahip çıkamaz, onlarda vazgeçiyorlarsa şayet, eyvah ki ne eyvah.
Hele ki” kaderleri böyleymiş” gibi ağır bir cümleyi hiç kabul etmiyorum. Eğer kaderin her yerdeki üstünlüğüne, cahilane bir biçimde teslim olursak, dünya üzerinde, günahlar diye bir kavrama yer kalmaz. Bütün suç, bütün kabahat, kaderin olur o zaman.
Düşünsenize, çocukları öldürüyorsunuz ve mazeretiniz de peşinen hazır, kaderleri öyleymiş.
Siz bir katil oluyorsunuz ve cevabınız hazır, kaderim böyleymiş.
Düşünsenize, çocuklara taciz, tecavüz ediyorsunuz, alın yazıları kaderleri böyleymiş.
Siz bir sapık, aşağılık bir adam oluyorsunuz “başka açıklaması olamaz” ama mazeretiniz hazır, kaderim böyleymiş.
Düşünmeyin Allah aşkına, sizler düşününce düşünce utanıyor. Çünkü düşünce denilen olgu, her canlıda her insan namzetinde bulunmuyor. Kaderle, kaderinde üstündeki sizin uydurduğunuz kılıflar yüzünden çelişiyor. Akıl fikir ihsan eyleyen, aslında düşüncesizlerin yüzünden inandırıcılığını yitiriyor.
Çok basit bir söz dizgisi gibi gelse de kulağa, ağırlığını kavramak zahmet ister. Şöyle ki: Bakabilecek,  sahip çıkabileceksek yapalım çocuk. Dövmeyeceksek, sövmeyeceksek, öldürmeyecek, öldürtmeyeceksek yapalım çocuk. Kader, alın yazısı gibi mazeretler inançları sarsar, oysa inançlarımız ayağa düşürülmeyecek kadar önemlidir, kıymetlidir tabiî ki gerçek inananlar için. Hiçbir dini düşüncenin tekelinde değildir çocuklar, etiyle kemiğiyle kendilerine aittirler, sadece iyi annelik iyi babalık yapalım yeter.