Evet, ben yazmayı seviyorum, ben kafamı kurcalayan, beni huzursuz eden rahatsız eden davranışları söylemleri satırlara dökmeyi seviyorum. Ben, duygularımı gönül rahatlığıyla, sansürsüz dosdoğru okuyucuya ulaştırmayı seviyorum ve önemsiyorum.
Ancak, tel örgülere postumu takmamak için de özen gösteriyorum çünkü arkamdan tam tam dansı yapmayı bekleyen dansözler var, işte bu yüzden, orta karar takılıyorum şimdilik, zaten boyumda kısa.
Geçtiğimiz günlerde sahnede okuduğum bir şiirde insanın nefsini terbiye etmeye yönelik dizeler vardı, Bu toprağın ozanlarının dilinden dökülen her sözü önemsiyorum, şöyle diyordu Ozan Sümmani  şiirin  bir yerinde.
 “Zalimler içinden hicret et durma… Kİ, hicret sendedir kimseye sorma”
“Aslın zadegândır hiç kendin yorma, mezar taşı ile iftihar olmaz”.
 Kulağıma küpe olmayı hak eden sözleri başucumda destur yaparım. Affedici olmayı, dünyanın gelip geçici bir oyun olduğunu unutmamaya çalışırım. Ancak bu demek değildir ki can yakana teşekkür edip çay ısmarlarım, mesela yani. Dilim döndüğünce başıma gelenleri sakınmadan yazıveriyorum işlerine gelmese de birilerinin, şeffaf olmak benim tercihim nihayetinde.
Eğer hayatın içinde yolcuysanız duyarsız kalmak aklı başında olanlar için imkânsızdır. Konu ne olursa olsun etkileniyorsak söz söyleme fikir beyan etme hakkına da sahibiz aksi yanlış olur bana göre.
Biraz gündemin ağırlığıyla birde debelenip durduğumuz bu çıkmazla ilgili bir iki satır edelim, hepimizi ilgilendiren hepimizi etkileyen zor süreçlerden geçiyoruz.
Öyle bir çeşniden ibaret ki dünya, çalkalanıyor baş döndürücü bir hızla, sağlıklı düşünebilmek ve bu düşündüklerinin analizini yapabilmek imkânsız, düşünce sistemimiz yayık ayranından çıkmış köpüklü ayran gibi kişnetiyor beyinleri. Düşünebilmek bir yana ayakta durabildiğine şaşıyor insan. Aslında yapılmaya çalışılanda bundan ibaret düşündürmemek.
“Ayranın kişneyeni acı olur, insanın kişneyeni (?)  olur” derdi rahmetli babaannem. Zor iştir insanın insanla başa çıkabilmesi sahiden de zor.
Gündemin bir türlü dengeye oturamadığı bu ergen bunalımlarından top yekûn nasipleniyoruz.
Büyümüyor insanoğlu, yaş kaç olursa olsun, gülünç duruma düşürüyor kendini, kaş yaparken göz çıkartıyor. Kalabalıklaşıyor beyinlerimiz, üst üste ekleniyor sorunlar, birini çözemeden hop bir diğerine, bunun sonucunda da seçici olamıyor birçoğumuz algı meselesinde.
 Her birimiz aynı anda onlarca şey düşünüp, içlerinden en yanlış olana basıyoruz butonu. Buna sebep sorumluluklarımızın yükünden kaçıyor olduğumuz diye düşünüyorum. Kaçarken de çok daha büyük sorunlara fırsat veriyoruz.
Yaşadığımız dünyada bütün konular birbirine bağlı seyrediyor. Belki de son zamanlarda karma karışlığımızın sebebi bundan.
Siyaset kazanı vallahi kaynamaktan dibi tutmuş aşure kazanı gibi. Doğrular, yanlışların altında eziliyor değirmen taşındaki un gibi. Değerlerimiz, olmazsa olmazlarımız gün geçmeden uçuyor balon gibi ya da uçuruluyor…
Kim neyi ne kadar biliyor, kim kimin tarafını tutuyor menfaatlerinin arsızlığında, köşeye sıkışanların hepsi bu toprakları yatırıyor kumar masasına.
Terör belası henüz tedavisi olmadığı söylenen kanser hastalığı gibi içimize yerleşiyor adım adım ve yok ediyor sonunda.
Her birimiz korkuyoruz amansız hastalığa bulaşmaktan. Caddelerin, sokakların, köyün, kentin güvenli değil mesela, yanı başında ki komşun ötekilerden. Sen nereni kollayıp, kendini nasıl güvende hissedebileceğini bilemiyorsun bir türlü. Dolayısıyla da gelecekten ve yaşadığın günden korkuyorsun, tırsıyorsun.
Ekonomi denilen o şahsına münhasır kavramı anlayabilmek algılayabilmek zaten bu dünya düzeninde imkânsız. Sadece araç olması öğretilen, fakat bütün bu iyi niyetleri reddeden, kendini amaç olmayı beynimize kazıyan paranın podyum çekişmelerine hiç akıl ermiyor.  Birileri kaybederken bir diğeri mutlaka kazanıyor. Sonuç adalet denilen kavramın cenaze merasimine geliyor.
Damlaya damlaya göl falan olmuyor bu yenidünya teranesinde. Damla damla canını alıyorlar insanın.
Neye tutunsan kökünü kurutuyorlar, bu iyi, bu şahane bir şey dediğin ne varsa, üç vakte kalmadan tu kaka oluveriyor.
Ya Sanat, ya sözüm ona Kültür Sanat. Birileri çekiştiriyor orasından burasından, ben önem veririm sanata diyor, ben sadece, ben ama yalan söylüyor, yalan söylüyorlar. Çoktan sanat sanat olmaktan çıkmış, modacısına göre, orasından biç, burasından dik, bedenlerimize uymayan acemi terzi kostümleri gibi sıkıştırıyor her geçen gün, dikişimiz ha söküldü ha sökülecek.
Neresinden tutulur nasıl toparlanır bu dünya bilemiyor insan, ezici güç çağın en büyük hastalığı, büyüdüğünü düşünen küçük gördüğünü ısırıyor, diş izleri malum moda bu aralar.
Konuşamamayı öğreniyor insanlık, ne gariptir ki oysa konuşabilsin diye agular gugular değil miydi ilk lisanımız, kem küm ne kadar zorlanmıştık bir hatırlasanıza.
Birbirimizin boğazına sarılıp nefesini kesemedikten sonra ne önemi var yaşamanın, ben oldum havasında dövüyoruz havanda suları.
Çocuklarımıza küfretmek ayıp, ahlaksızlık yanlış demekten kendimiz unuttuk, ayıpların ahlaksızlıkların tam merkezine konuşlanıverdik bir solukta, anasını bellemek için yarış halindeyiz şuursuzca, vallahi ben yazarken utanıyorum.
Eskiden spora özenirdik, kategorisi ne olursa olsun müsabakalarda yarışırdık tüm gayretimizle, koskoca spor camiaları güç savaşı verirdi sahalarda. Onun da ahlakının içine ettik, yarışmıyor rakipleriyle artık sporcular, yöneticiler yarışıyor masa başlarında.
Yukarıda sözü geçen bütün bu davranış bozukluklarına ve önümüze sunulan dayatmalara kocaman bir HAYIR bu dünya kimsenin tapulu malı değil, kimse  kimseyi  ayırmasın, kayırmasın, ısırmasın, ağzının suyu aka aka zafer çığlıkları atmasın, birileri giderken birileri hep döner, ancak birileri ise hiç gitmez, çünkü onlar hiç bitmez…