Biz insanlar yaşamımızla ilgili yol çizgilerimizde, kendimize, kendimizden başka herkesi rehber ediniriz. Yetmez bir de ilah yaparız onları. Gözümüzü boyayan şey, her ne ise, acizliğimizin emrindedir belli ki.
 
Deneyim, tecrübe gibi donanımla olgunlaştığını düşündüklerimizin, kişiliklerindeki yalpalanmaya tanıklık ettiğimizde ise, darmadağın olur ve asıl sınavı o zaman veririz. İnanmak istemeyip kaç kez test ettiğimiz ise gücün kaynağını işaret eder zihnimize. Kendindeki keramet kıvılcımları art arda çakmaktan vazgeçmese de görmez başkalarına odaklı kör gözlerimiz.

Niye peki bu teslimiyet!

Dünya görüşleri ayrıcalıklı gelir önce size, sonra göz boyayan iyicil bakış açıları. Söylenenlerle yaşanılanlar arasındaki uçurum, işte o gerçeğin gün yüzündeki suretiyle tanıştırır sizi. Buharlaşıp gittiğini gördüğünüz, ilah yaptığınız insanların yolundan yürümeyi bırakmadığınız sürece, ilk ihaneti kendinize yapıyorsunuz elbette.
Hele bir de alışılmışsa çoktan…
 
Alışkanlık, kanımca, dünyada ki en tehlikeli zehir! Alışkanlık körü körüne itaate zorlar insanı. Gördüklerimize bildiklerimize inanmak istemeyişimizin altında, hastalıklı bağlılık yatar. Kirlenen ilişkilerin yeniden paklanma olasılığı ihtimal dışındadır artık…
 
Kirlenmiş bir sadakatin, yeniden yeni başlangıçlar yapması ise imkânsız.

Aynı kişiye birden fazla güvenmek ise akıl noksanlığıyla eşdeğerdir.

Hem akıldan, hem kendinizden noksanlık ise, duygusal aptallıktır.

Kendi içindeki hazineyi keşfedemeyenlerin acizliklerinden kaynaklanır bu, gereğinden fazla övgü ve itaat zorunluluğu doğuran zayıflığımız, gerçeğin acı yüzüyle tanıştırıverir bizi.

“Bazı zamanlarda Tanrılaştırdıklarımızın şeytan yanlarını görmek, iyi bir ders olur, gözü kapalı teslimiyetlerimize.”

Saygı, hak edilene duyulduğunda layığını bulmuş olur. Körü körüne vermeye devam ettiğin de ise, yineliyorum, kendinize ihanet oluyormuş sadece.

Rehber olarak illaki birini yolunuzun başına koyacaksanız, bu içinizde gizlediğiniz inanmakta tereddüt ettiğiniz gün yüzüne çıkartamadığınız kendiniz olmalı. Kendi içine bakabilenler mucizelere tanıklık ediyor çoğunlukla.
İçinizde ki kendiniz en azından sizi yarı yolda bırakmaz, değişimleri dönüşümleri de olsa zaman içinde, sizin iyiliğinizle orantılı olduğunu deneyimlersiniz birlikte. Bedelini ödediğiniz şey kendi tecrübenizi doğurur, kendime ettim kendimde buldum, acıtmaz o kadar, en azından bir başkasından bulduğunuz kadar acıtmaz.
Körü körüne rehber edinip itaat ettikleriniz ise, çoktan kendinden kimliğinden sıyrılıp zamanın uşağı olmuşlardır. Esnemeden bir duruş sergileyebilmek ne yazık ki dünya koşullarında imkânsızdır. Sizi böyle bir beklenti içine sokanlar ise kendinden eksik olanlardır… İnsanları gereksiz ilah yapanlar, onları zirveye oturtanlar, ortaya çıkarttıkları canavarların ilk kurbanları olurlar.

Kendi egosunu başkalarının pohpohlamasıyla kaşıyanların ne kadar aciz olduklarını görmek yetmez, onlara bu yolu açanların da kendilerine gelmeleri gerekir.

Kendini, düşünür, filozof addedenlerin, bildikleriyle yanıldıkları arasındaki uçurum, içine kim bilir ne kadar yol arayıcıyı düşürmüştür.
 
Kendine kaybolan insanların, kendilerini bulmaları için yine kendilerine ihtiyaçları vardır. Yol rehberi edinmek için bir başkasına ihtiyaç duymak, sahiden de gözü kapalı teslim olmayı seçmek. Eksik yanlarını tamamlamak için içindeki hazineyi keşfet, en iyi rehber, kendi içindeymiş kısacası. Bul onu artık bul.