Memlekette bu kadar sıkıntı varken Göbek İsmail'i anlatmanın sırası mı diyebilirsiniz. Evet! Tam da sırası! Çünkü bu sıkıntılardan bunalan ve strese giren insanlarımızın gülmeye de her zamankinden fazla ihtiyacı var. Ayrıca bu vesile ile İsmail Abimizi de yad etmiş oluruz.
   Önce şu manzaraya bakar mısınız?
   Dolar almış başını gidiyor. Bu demektir ki zaten var olan ekonomik sıkıntı daha da artacak, zamlar peş peşe gelecek. İşsizlik ise artıyor ve dolarla beraber daha da artacak.
   Hayalperest ve maceracı dış politika nedeniyle dış dünyada hiç dostumuz kalmadı. Yine bu politika nedeniyle Ortadoğu bataklığına bulaştık. En sonunda da Suriye'ye de girdik. Yani resmen savaşa girmiş olduk. Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete!
   Cumhurbaşkanı ve AKP Hükumeti durduk yerde Lozan Antlaşmasını tekrar gündeme getirerek eleştirmeye başladı. Bu antlaşmayla Osmanlı'dan kalan 300 bin kilometrekare toprağın 780 bin kilometrekareye çıkarıldığı unutularak toprak kaybedildiği iddia edilmeye başlandı. Osmanlılar'ın yükselme devrinde 22 milyon kilometrekareye ulaşan topraklarında hakkımız olduğu ima edilmek suretiyle dış dünya rahatsız edilmeye başlandı. Bu gün kaybedilen bu topraklarda; Avrupa'da 15, Kafkasya'da 4, Afrika'da 15 ve Ortadoğu'da 15 olmak üzere toplam 49 bağımsız devletin bulunduğu gerçeğinden bahsedilmiyor. Bu kadar devlet teslim mi alınacak? Böyle bir hayalcilik olabilir mi? Ayrıca bu topraklar Osmanlılar'ın babasının malı mıydı? Osmanlılar'ın işgal ettiği topraklardan herkes malını geri aldı; realite bu!
    Eğer Osmanlı mirasçıları buralarda hak iddia ediyorsa, aynı mantıktan gidersek; o zaman eskiden Anadolu'da yaşayan diğer milletler de, ''Sen Orta Asya'dan gelip bizim topraklarımızı işgal ettin. Anadolu bizimdir, onu geri ver'' diye hak iddia etmezler mi? Hem bu Osmanlı mirasçıları kimdir? Eğer Türkler diyorsanız; araştırın bakalım Türklüğü ret eden Osmanlılar Türkler hakkında ne düşünmüş, ne demiş ve ne yapmış. Ama resmi tarih kitaplarından yapmayın bu araştırmayı. Çünkü orada gerçekleri bulamazsınız.  Türkler'in yaşamında 600 sene boyunca en ufak bir gelişme olmadığını görünce hayret edeceğinize eminim.
   Avrupa Parlamentosu (AP) Avrupa Birliğin'in (AB) Türkiye ile üyelik müzakerelerini geçici olarak dondurulmasına ilişkin tavsiye önergesini kabul etti. Bu demektir ki batı medeniyetine yaklaşacak yerde uzaklaşıyoruz. Bu durumda bizimkiler ne yaptı? Sanki bizim suçumuz yok da bütün suç AB'de imiş gibi AB'ne hakaretler yağdırmaya başladı. Zaten AB'ye girme niyeti olmayan Cumhurbaşkanı suçu AB'ye atmak için, adeta AB'ni tahrik etmek istercesine, ''terbiyesizler, siz kimsiniz ya'' gibi kelimeler kullanarak diplomatik dili ve nezaketi bir tarafa bıraktı. . Kapıları açarım, mültecileri üzerinize salarım diye de tehdit ediyor.  Arkasındaki AKP vokal grubu ve AKP'ye midesinden bağlı yandaş medya da bunu koro halinde destekliyor. Ama bunları yaparken ihracatımızın yüzde altmışını Avrupa ülkelerine yaptığımız ve Avrupasız yaşayamayacağımız gerçeği hesaba katılmıyor. 
   Birde Şanghay Beşlisine katılma konusu dillendirilmeye başlandı. Türk iş adamları Çin'den kovulurken bunun da olmayacağı belli değil mi? Öyle bir olasılık olsa bile, batı demokrasisinden doğu diktatörlüğüne yönelilmesi akılcı mı?  Ayrıca, dünyanın en ucuz ürünlerini satan Çin'e daha ucuz ne satabileceğimizi de merak ediyorum!
   İçeride ise, FETÖ ve PKK gailelerinin işin üzerine tuz biber ektiğini de unutmayalım.
   İşte manzara bu! Aslında bu konuda daha çok şey söylenebilir. Ama bu ayrı bir makale konusudur. Bu durumda bizim Göbek İsmail'e yer kalmayacak. En iyisi size bir soru sorarak bu bahsi kapatayım: Saatlerin bir saat geri alınmaması, Avrupa'dan bir saat daha uzaklaştığımız, ve memleket saat ayarımızı Suudi Arabistan ile aynı ayara getirmemiz anlamına geliyor mu gelmiyor mu? Soğuk suya atılıp da suyu ısıtılan ve sonunda haşlanan kurbağaya benzemeye mi başladık acaba!
   Bu tablo içinizi karartı biliyorum. Şimdi de rahmetli Göbek İsmail Abimiz sayesinde biraz da gülümseyelim.
   Bundan 30 sene öncesine kadar Kilimli'de yaşayan herkes Göbek İsmail'i tanırdı.. Oldukça iri göbekli olduğu için bu lakabı almıştı. O kadar ki soy adını dahi çoğu kişi bilmezdi. Ben bile şimdi hatırlayamadım.
   Herkesin çok sevdiği babacan ve komik bir adamdı. Hikayemizin geçtiği sırada, kömür işletmelerinde (EKİ) puantör olarak çalışıyordu. Yetişkin dört kızı vardı. Hatta kızlarından biri de ilkokulda sınıf arkadaşımdı.
   O sıralarda Kilimli'nin sahil kısmında bir park vardı. Eni dar boyu uzun olan bu parkın ortasından koridor gibi geçen bir de yürüyüş yolu bulunuyordu. Yolun iki tarafındaki masalarda insanlar oturur, ortadaki yoldan da volta atanlar geçerdi.
   Göbek İsmail her akşam kafayı çeker, parkın ortasındaki yoldan herkese selam vere vere bir uçtan bir uca geçerdi. Herkes onu sevdiği için masalarına davet eder, fakat o hiç bir masaya oturmaz, ''sağ ol evlat!'' der geçerdi.
   Ben o yaz EKİ'de üniversite üçüncü sınıf yaz stajımı yapıyordum. Benim staj yaptığım sırada, yine bizim okuldan fakat benden üç sene ileride okuyan Haluk Öner de EKİ'de master tezi çalışması yapıyordu. Bu nedenle de akşamları beraber takılıyorduk.
   Haluk uzun boylu, dalgalı uzun sarı saçlı ve kızıla çalan sarı sakallı, tam Avrupalı tipinde bir arkadaştı. Zaten davranışları da öyleydi. Nitekim mezun olduktan çok kısa bir zaman sonra mühendisliği bırakıp kendini müziğe vermiştir.
   Neyse, bir akşam üstü yine Haluk'la parka gittik.Yanımızda birkaç arkadaş daha vardı. Gün batımına doğru bizim Göbek İsmail, her zamanki gibi yine parkın bir ucundan girdi ve herkese selam vere vere bize doğru gelmeye başladı. Tam önümüzden geçerken bize de ''merhaba evlatlar!'' diyerek selam verdi. Tabi biz de kendisini masamıza davet ettik ama bize de sadece teşekkür etti,  gelmedi.
   Bu arada benim aklıma yine bir şeytanlık geldi: ''İsmail Abi!'' dedim, ''bak burada bir gavur var, gel seni tanıştırayım!'' İsmail Abi bizim Haluk'a dikkatlice baktı. Yabancı olduğuna iyice inanmış olmalı ki, ''peki, geliyorum'' dedi.
   Tabi Haluk'la ikisini tanıştırdık. Haluk Amerikalı oldu bu arada. Ama öyle güzel rol yapıyordu ki hiç falso vermedi. Güya ben de tercümanlık yapıyordum. İsmail Abi Türkçe konuşuyordu, Haluk da İngilizce!
   İsmail Abi kendisini muhabbete öyle kaptırmıştı ki her lafa, ''şu a...mun gavuruna de ki!'' diye başlıyordu. Ben de güya küfür kısmını atlayarak tercüme ediyordum. İsmail Abi bu lafları o kadar çok kullanmıştı ki en sonunda Haluk dayanamayarak, ''Şuna sor bakalım, bu her lafın başında kullandığı kelimeler ne anlama geliyor?'' dedi. Ben de İsmail Abi'ye, ''Abi gördün mü yaptığını? Adam senin her lafın başında kullandığın kelimelerin ne anlama geldiğini soruyor. Şimdi ne diyeceğim ona?'' diye sordum.
   İsmail Abi bir an duraladı ve şu tarihi cevabını patlattı: ''O a...mun gavuruna de ki: Biz Türkler bu kelimeleri kullanmadan lafı kıvırtamayız!''
   Biz gülmemek için kendimizi zor tuttuk ama Haluk hiç bir şey anlamamış gibi gayet soğukkanlı davranmaya devam etti.
   O akşam çok zevkli bir muhabbet oldu. Hatta bir ara İsmail Abi'ye dedim ki; ''Abi, bu adam çok zengin. Senin kızlardan birini buna verelim!'' O da, ''sünnet olması'' şartı ile verebileceğini söyledi. Haluk'da kabul edince bir nevi söz de kesmiş olduk.
   Fakat İsmail Abi ertesi gün Haluk'u araştırmış ve Türk olduğunu ve kendisini işlettiğimizi öğrenmiş. Tabii bana çok kızdı. Bir ay benimle konuşmadı. Barışmak için kendisini zor ikna edebildim.
   Göbek İsmail ile olan hikayemiz bu kadar. Umarım stresiniz biraz hafiflemiştir. 
   Bu arada rahmetliyi de yad etmiş olduk. Nur içinde yatsın!