Ceberut devletin bir zamanlar gadrine uğramış insanlar, devran dönüp devleti tüm aygıtlarıyla ele geçirince, doğrusu bu ya, ortaya evlere şenlik bir manzara çıktı. Sizlerde izliyorsunuz, devletin yeni sahipleri, tasfiye ettikleri kişi, grup ya da ideolojilerin şikâyet ettikleri uygulamalarını mumla aratacak işlere imza atmaya başladı. Sosyologlar, toplum psikolojisi üzerine kafa yoran bilim insanları felsefede “her şeyin zıddına dönüşmesi” olarak açıklanan bu durumun altında yatan sebeplerle ilgili benden çok daha açıklayıcı bilgiler verebilir elbette. Ancak toplumsal hayatta birebir yaşanan ve her biri beni bir başka öfke selini içine atan uygulamaların birkaçından yola çıkarak nasıl bir görgüsüzlük, akıl almaz bir ikiyüzlülükle karşı karşıya olduğumuzu anlatmaya çalışacağım ben de.

Söze nereden gireceğimi düşünürken “münevver namusuna” çok inandığım, İslamcı kesimin değerli bir mütefekkiri Düccane Cündioğlu’nun “Çamlıca yakarışı” geldi aklıma. Hani reisicumhurluktan, zabıta çavuşluğuna kadar devletin tüm makamlarını tek başına dolduracak kadar süpersonik güçlerin sahibi olduğunu zanneden zat, henüz başbakanken Çamlıca’ya, “İstanbul’un her yerinden görünecek bir cami yapıla” buyruğunu vermiş, bu amaçla güzelim tepede kazılar başlamıştı ya, tam da o sıralarda duyarlı bir yüreğin iniltisi olarak yükselmişti Cündioğlu’nun sesi. Estetik bir bakışla bütünleyip, kendine özgü sözcüklerle derdini yandığı uzun yazısında şöyle sesleniyordu malum şahsa:

“Sanırım Ankara yârânı sesimizi duymaz, ama siz duyun derdim. İstanbul'un sabık Şehremini olarak zevksizliğin, çirkinliğin, düşünce yoksunu o beton dövmenin Çamlıca'nın sırtına basılmasına lütfen izin vermeyin, diye yalvarırdım. İşgüzar idarecilerin, mabedlerimizi, şehirlerin en yüksek tepelerine demirden kocaman haçlar diken Sırplara, Hırvatlara, Makedonlara, Latinlere eş bir meydan okuma aracı haline getirmelerinin önüne geçiniz, diye inlerdim.” Cündioğlu, bu toprağın haşarı çocuklarına, şayet devlete hükmeden hikmetsizleri yola getirememiş bir fani olarak ölürse, bu yazının basılı olduğu kâğıtların yakılıp, Çamlıca’daki o kâbusun çevresine saçılması vasiyetiyle bitiyordu o çarpıcı yazıyı…

KİM UTANACAK BU TABLODAN

Kendisine huşu içinde bakan kalabalıkların gözlerini daha da kamaştırıp kendi suretinden oluşmuş bir alem yaratma hevesindeki muhteremin bir illüzyon olarak kullandığı cesametteki büyüklüğü, azameti ve kibri reddedip manadaki derinliği seçen ilim irfan ehlinin sözü para etmemiş olacak ki, bugün de “Aksaray” görgüsüzlüğü duruyor karşımızda… Katrilyonlar harcanarak dünyanın en lüks başkanlık saraylarından biri inşa edilmiş Ankara’da. Devletin itibarını gösteriyormuş o kaçak yapı… Peki, gelir dağılımında dünyanın en eşitsiz ülkeleri başında olmamız hangi devletin itibarını gösteriyor? 75 milyonluk nüfusun 45 milyonundan fazlasının yoksulluk sınırının altında yaşaması kimi itibarsızlaştırıyor ya da? Yahut da kim utanacak bu insanlık dışı tablodan? Cündioğlu mu? Ben mi? Kim?

AKP elebaşları görgüsüzlükte değil yalnızca, ikiyüzlülükte de sınır tanımıyor. “Benim başörtülü bacım” söylemiyle kendilerine büyük bir toplumsal destek sağlayan siyaset esnafı, mesele rant olunca dinden imandan çıkıyor. Soma’da olan biteni izliyoruz birlikte. Termik santral için zeytin ağaçlarını kesmeye kalkanlara direnen köylülere resmen terör uygulanıyor. Bize de sormak düşüyor: Kolin patronlarına karşı direnirken yerlerde sürüklenen, üzerlerine gaz fişekleri atılan Yırcalı köylü teyzeler kimin bacısı peki? Başlarındaki poğ, süslü kokanaların taktıkları pahalı türbanlara benzemediği için mi ötekileştiriliyorlar? Yoksa Kolin patronlarının AKP eliyle zenginleştirilen holdinglerden biri oluşu mu tüm sebebi bunların?

Ya Ermenek’teki katliamın ardından başbakanın (baş çırak mı demeliydim yoksa?) söylediklerini hangi mizanda tartacağız? O, işçilere, “Haklarınız için direnin” diye seslenirken, çok değil beş ay önce acıların en büyüğünü yaşamış Somalı işçiler haklarını istediği için öldüresiye coplanıyordu polis tarafından. Dün sözüm ona el üstünde tutulup bin bir vaatle kandırılan Somalılar, bugün ceberut devletin insanlık dışı yüzüyle nasıl karşı karşıyaysa yarın Ermenekli yüreği yanıklar da paylaşacak aynı akıbeti. Haklarını istemeye, acılı feryatlarını yükseltmeye çalıştıkları için maruz kalacak polis şiddetine. Kendilerini yerlerde tekmeleyen gözü dönmüşler de, tıpkı Soma’da olduğu gibi terfi üstüne terfi alacak. Sonra da “Yeter, söz milletin” denecek. Ne diyelim Allah layığınız versin…