Büyük madenci yürüyüşünün 28. yılı Devrek’te bir etkinlikle kutlandı… Devrek Kültür Derneği Başkanı Semra Taşkaya’nın büyük çabalarıyla gerçekleşen etkinlikte, kısa da olsa, anlatılan öyküler anılarımızı canlandırıp, belleğimizi tazeledi… Emeği geçenleri kutluyorum… Gerçekten birbirinden değerli konuşmalar yapıldı orada, ciddi bir deneyim aktarıldı… Ben en çok zamanın GMİS Genel Başkan Yardımcısı Selahattin Ataman’ın “Bunca eylemi yaptık. Sonrası ne oldu? Bunun muhasebesini iyi yapmalıyız” sözünün altını çizdim... Kapsamlı bir muhasebeye kuvvetle ihtiyaç vardı çünkü…
 
Salondan başlayalım… Düzenleyicilerin bunda hiçbir kusuru yok elbette, katılanların çoğunluğunu, benim gibi saçı sakalı ağarmış insanlar oluşturuyordu… O günleri yaşayıp, o büyük kavganın içinde yer almış bencileyin kılıç artıkları birbirlerini dinleyerek nostalji yaptı adeta… O günleri anlamaya genç kuşakların daha çok gereksinimi vardı oysa… Bu mücadele deneyimini yarınlara aktarmak bizlerin göreviydi elbette… Ama geçmişi bilip, ondan dersler çıkararak bugünün koşullarına uyarlamak da bugünkü kuşakların, en çok da “işçi önderi” iddiasındakilerin görevi olmalıydı…
 
KÖKSÜZLÜKTEN, KENDİNİ İNKÂRDAN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİL
Bugün TTK’da çalışanların en eskisini iki bin yılında işe girenler oluşturuyor… 91 grevini yaşamış, o büyük coşku içinde yer almış çok az insan görevde şu anda… Genç kuşaklar iş başında, sendikal meselelere ilgileri de azalmış değil… Çok değil bir, bir buçuk ay önce sendika seçimleri nedeniyle aday tanıtım toplantıları yapıldı örneğin Devrek’te… Basından izlediğim kadarıyla, değişik grupların ayrı ayrı toplantılarına yüzlerce maden işçisi katıldı… Katılanlardan vaz geçtim, düzenleyenlerden bile kimsenin salonda olmaması içimi burktu… Bu köksüzlükten, kendini inkârdan başka bir şey değildi çünkü…
 
Bu durum, sendikal alanda yaşanan kokuşmuşluğun hangi boyutlara ulaştığını da anlatıyor aynı zamanda… Sendikaların yönetimlerinde oturdukları koltukları bir mücadele alanı olarak gören insanların sayısı çok az ne yazık ki… GMİS’in şubeler dahil tüm kademelerinde, sendikacılığı kişisel ikbal arayışının,  toplumda statü oluşturmanın, sınıf atlamanın aracı olarak gören insanlar bulunuyor… Bu yüzden ne 4 Ocak yürüyüşü, ne de yapılan grev umurunda hazretlerin… Birilerine haksızlık etmek istemem, Satılmış Tepe ile Mehmet Çavdar’ın kim olduğunu bilenin bile çok az maalesef…
 
90-91 GREVİ MADENCİLERİN YAŞADIĞI OLUMSUZ TABLOYA İSYANIYDI
Sendikacıların da içinde olduğu bir grup, o yürüyüşün Zonguldak’ın sonu olduğunu iddia ediyor…  Bu deli saçmasına da şiddetle itiraz etmek gerekiyor… Mücadele ederek kazanma yerine yaranarak ulufe kapmayı şiar edinmiş bu çapsızlar, yalan yanlış anlatımlarla gerçeği saptırıyor… Tüm istatistikler ortada, 1980’de alınan 24 Ocak kararları ile birlikte gözden çıkarılan havzada, o tarihten bu yana işçi sayısı da, üretim de düşmeye başlıyor… Yatırımlar azalıp, iş kazaları artıyor… Üzerine gelen 12 Eylül işçilerin tüm haklarını budayarak büyük bir yoksullaşma yaratıyor…
 
90-91 grevi bu olumsuz tabloya isyandı gerçekte… Ekonomik, demokratik haklar için yapılan grev ciddi siyasi içerik de taşıyordu… Başarılı da oldu, o politikaları durduramasa bile ertelenmesine, ya da daha yavaş hayata geçmesine neden oldu… Grev, Zonguldak diye bir sorunun olduğunu da duyurdu ülkeye… Ama başta GMİS olmak üzere tüm Zonguldak halkı bu kazanımı koruyamadı… Grevde oluşan Zonguldaklılık ruhu yerini, çok hızlı şekilde siyasal, etnik pozisyonlara terk etti… Bu da çözülmeyi hızlandırdı... Buna bir toplumda yaşanan gericileşme süreci ve insani çürüme eklenince bu son kaçınılmaz oldu…