Bir gazeteci değilim, geçimimi o sektörden sağlamıyorum en başta… Gazetelere, 1980’lerden beri imzalı imzasız sayısız yazı yazdığım için o dünyadan biri sayılırım… “Duayen gazeteci” sayılanları da içinde epey insan tanıdım bu alanda, epey de deneyim biriktirdim… Haber peşinde koşan gerçek gazetecileri de gördüm, üç kuruşa değil haberi, kendini satacak kadar alçaklaşan çapsızları da… Sayıları az olsa da, haberi haber gibi yapmaya çalışan, hakikati tüm biçimleriyle duyurmaya çalışan gerçek fikir emekçilerini de tanıdım, tam tersini yapan embesilleri de…
 
Kırk yıllık deneyimle söylüyorum ki, doğru haber yapmak çok zor bizim memlekette… Mesela bir duyum alırsınız bir yerlerden, ya da sezgileriniz işin içinde bir Çapanoğlu olduğunu söyler… O bilgi kırıntıları ya da sezgilerin peşinde düşerseniz zorlu bir süreç bekler sizi… Kamu çalışanlarından “sızdırma” dışında bilgi alamazsanız çünkü… Dahası, devlet, çalışanlarına gazetecilere bilgi vermeyi yasaklamıştır… En doğru bilgiyi alabileceğiniz üst düzey yöneticiler şayet yandaşı değilseniz telefonlarınıza çıkmaz kesinlikle… Bir büyük karanlığın içinde el yordamıyla hakikate ulaşmaya çalışırsınız…
 
AHALİNİN DURUMU EVLERE ŞENLİK
Ya da “Ben yazayım, muhatapları varsa cevabını versin” diyerek duyum şekliyle yapar, gazeteci argosuyla “haberi patlatırsınız…” Kıyamet kopacak diye düşünürken derin bir sessizlik çıkar karşınıza… Sükûtun ikrardan geldiğini kabul eder, haberin yerine ulaştığını düşünerek mutlu olursunuz… Yahut da yalanlamalar gelir art arda… Yalan olduğu her harfinden belli açıklamalar manşetleri süsler… Yağmur gibi yağan açık gizli tehditler de ikramiyesi olur haberin… Önce tekzip metni, sonra da mahkeme ilamı ulaşır elinize… Sağlam bir belgeye dayanmıyorsanız yandığınızın resmidir…
 
Bir de ahalinin durumu var ki evlere şenlik… Tavuğa “kışt” demekten aciz yüreksiz sosyal medyanın tatlı sularından babalanır size: “Basın uyuyor mu?” Diğer yüreksizse altına yorumu düşer: “Yemlenmişlerdir…” Gazetecileri koruyan özel bir kanun, sırtlarında çelikten zırh olduğunu zanneden bu yüreksizlere “Sen anlat, ben de haberini yapayım. Bir de fotoğrafını koyayım yanına” dediğinizde ses soluk kesilir anında… Velhasıl iyi gazeteci olmak zordur… Ne devlete, ne çıkar çevrelerine, ne de topluma yaranırsınız… Nerede olsanız bir kuşku bulutu dolaşır üstünüzde…
 
HER BİRİMİZİ BİR BİR ATACAKLAR CELLADIN ÖNÜNE
Adam AKP’nin Ereğli İlçe Başkanı… Avukat… Bir müddet sonra hâkim olarak atanıyor… Bank Asya’nın avukatlığını yaptığına dair bir belge ulaşıyor gazeteye… O bankaya kira yatıranın hayatının kaydığı zamanda mesleğinin hakkını vermeye çalışan her gazeteci için olağanüstü bir haber… Mustafa da öyle yapıyor, deyim yerindeyse patlatıyor haberi… Önce tekzip geliyor, haklı bulunmuş olmalı ki yayımlanıyor gazetede… Ardın da mahkeme süreci başlıyor… Yasalar gereği Sorumlu Yazı İşleri Müdürü olarak Cevdet Akgün ceza kesilip tam da Çalışan Gazeteciler Günü hapse atılıyor…
 
Mahkeme tekzip yayımlandığı ve gerçeği kamuoyu öğrendiği halde bunu niye dikkate almadı, bilmiyorum… Belli olan şu ki, haber, “Çaldığım düdük” diyen muktedirlerin ayağına basıp, canlarını fena sıkmış, bu nedenle de her muhalif gibi Cevdet Akgün’e de fatura çıkarılmış… O halde tüm muhaliflerin önünde Akgün’le dayanışmayı yükseltmek gibi bir görev bulunuyor… Maddi manevi desteklerle, oğlu Bilal’in başını dik tutmak hepimizin hayat ödevi… Bunu başaramazsak gazetecilik inanın ki yalakalıktan bir ibaret eyleme dönüşecek kentte… Dahası her birimizi bir bir atacaklar celladın önüne…