Çünkü her Zonguldak’lının iki kimliği vardır.

Biri kendi kimliğidir, öbürü şehrin kimliği.

Şehrin kimliği madencidir…..

Bu yüzden ölen her madenci,

Canımızdan can götürür bizim…

Canımızdan can götürür….

Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız o ülkenin insanlarının nasıl öldüklerine bakınız” demiş düşünür. Bizler hep güzel öldük. Çocuktuk büyüyemeden öldük. Babaydık, çocuklarımızın mezuniyetini göremeden öldük. Eş olduk, yarım kalan mutluğu göremeden öldük, sevgiliydik, hayallerimizi yarıda bırakarak öldük. Anaydık babaanne, anneanne olamadan öldük. Kadın dık sırf kadın olduğumuz için öldük. Çocuktuk okula gidemeden, güzel günleri, güneşi dağları göremeden çalışmak zorunda olduğumuz için öldük. Bir yanda bir torba kömüre oyunu satanlara, bir yandan da şerefi için kömür çıkaranlar feda edilirken, bile bile sustuğumuz için öldük. Acıları dakikalar geçtikçe yerini feryatlara bırakıyorken sadece seyredebildiğimiz için öldük. Kamyonun kasasında onlarca tabut geldiğini gördüğümüzde milletçe yeniden öldük. Babaları madende ölmüş O çocukları gördük, , hiç bir kömürün ısıtmayacak olan yüreklerini, babalar gününe az kala bir daha öldük. Çizmelerimi çıkarayım mı? sedye kirlenmesin… bu cümleyle öldük. Bu cümleyi unutmayacağız, sandığınız kadar basit olmayan bu cümlenin barındırdığı gerçekleri düşündükçe, O işçiye canının bir sedyeden daha değersiz olduğunu hissettiren bu düzeni beni, sizi, onları, düşündükçe defalarca öldük…

 Maden ocağından sağ çıkabilmiş bir adam haykırıyor… “ Abi Mahmut çıkmadı Mahmut çıkmadı ! beni bırakın onu alın ben bekarım, onun karısı hamile”.  Belli ki Mahmut bebişini nasıl özlemle beklediğini, onu koklamak sarmak istediğini öyle güzel anlatmış ki, her gün bıkmadan usanmadan her kazma vuruşunda umutlarını, hayallerini, yaşanacak güzel günleri sana öyle güzel anlatmış ki, yolunu beklediği bebişine kavuşmasını sende hayal etmişsin.  O mutluluğa gölge düşmesin diye kendi hayatınla diyetini ödemeye bile hazırsın. Bu kavuşmaya gölge düşmesin diye kendi hayallerinden vaz geçmişsin. Ya sen….! damdan düşercesine sırılsıklam bir kıza aşık olmadan, damatlığı giymek yerine kefeni tercih edecek kadar yüce gönüllü kardeşim. Unutmuş olduğumuz bu insani düşüncelerinle içimize oturdun kardeşim, sen bir kez daha bir kez daha öldürdün bizi. Hayatla mücadele ederken ölenler. Yaşamak için mücadeleye olan tüm düşkünlüğü, aslında sadece sevdikleri içindi, ama biz göremeden öldüler. Bugün duyduğumuz feryatları yarın duymayacağız ve o geride kalanları bir bir acılarıyla, kendi cehennemleriyle baş başa bırakacağız. İlk yıl bayramlarda hatırlayacağız,  maden haftasında geleneksel olarak birkaç aileye ön masalardan yer ayırıp acılarını paylaşıyoruz diyeceğiz. Çocuklarına kıyafetler, oyuncaklar alacağız. O çocuğun yıllar geçse de atmaya kıyamadığı her şey den çok değer verdiği eski ayakkabısını “ babam almıştı” derken gizlediği sırrını bilemeyeceğiz. Şaşırıp kalmışız çocuk, O kadar çok ki ölmelerimiz, bu ülke yasının tutulmasını bekleyen mezarlıklarla dolmuş.

Ne acıdır ki yasımızı bile tutmamıza izin yok. Ölülerimizin üzerinden siyaset yapanlar ve de onları haklı görenler bile var… Her ağızdan bir ses yükseliyor. Çünkü: Doğuştan tedavisi olmayan genetik bir hastalığı var Türk Milleti’nin her besmele çekeni dindaş; her bağrında beselediği haini de vatandaş sanıyor.