Şimdi muhafazakârlık revaçta ya, içki içmediğini söylemek toplumda statü oluşturmanın bir aracı…

Birçok kez tanığıyım ki, içkili en nezih ortamlara bile “batakhane” gözüyle bakan büyük bir kalabalık var ülkede… Dileyen istediği yere çekebilir, son sözü en baştan söyleyeceğim çünkü: İçki kökü tarihin derinlerine uzanan büyük bir kültürdür… Kimileri için bir yaşam biçimidir hatta…  Dünyanın ayrımsız tüm anakaralarında uygarlık yaratanlardan vaz geçtim kabile halinde yaşayan haklar bile özgün yemekleri gibi kendi milli içkisini yarattığına göre, tüm insanlığın ortak değeridir aynı zamanda… 

Şunu da not edelim: İçkinin tarihi insanlık tarihi kadar eskidir... Beslenme ya da sağlık, esrime ya da eğlence amacıyla dünyanın her yerinde tüketiliyor… Toplumun kültürüne göre şenliklerde de alıyor yerini zifiri matem günlerinde de… 

Törenler ya da kutlamaların da vaz geçilmezi, dost meclislerinin de…  Fukara sofrasından toy şölenlere her yerde başköşede olduğuna göre sınıf farkı da bilmiyor… Efsaneye göre tufandan kurtulanların, Nuh’un gemisindeki üzüm fıçılarında oluşan şarabı içerek karaya ayak bastığını söylersem, içkinin, kültürel kotlarının nerelere uzandığını da anlatmış olurum herhalde… 

İÇKİ OSMANLI’DA, HELE Kİ SARAYDA DA YAŞAMIN BİR PARÇASIYDI

Ham ervahın yaydığı zırvaya bakmayın lütfen, Türklerin de köklü bir içki geleneği var… Orta Asya’daki atalarımız, beşikten mezara herkesin içkisi olan kımızı birçok hastalığın yegâne ilacı da sayıyordu… Gezginler, atalarımızın at sütünün bol olduğu mevsimlerde, yemek yerine yalnızca kımız içtiklerini anlatıyor seyahatnamelerinde… Kımız kadehi, gamı ve kederi gideren bir simge olarak Orta Asya Türklerinin yaptığı heykellerde, süslemelerde yer alıyor… Buna bir de bira ve şarabın anavatanın Anadolu olduğu bilgisini eklersek içkinin ne kadar bize dair bir şey olduğu daha iyi çıkacaktır ortaya…

Belli dönemler dışında Osmanlı’da, hele ki sarayda da yaşamın bir parçasıydı içki… Aynı zamanda bir şair olan cihan padişahı Fatih beyitlerinde şaraba bolca övgü düzüyordu mesela… 4. Murat’ınki gibi fıkralara konu olan yasaklar olsa da, Dersaadet’te gayrimüslimlerin açtığı çok miktarda meyhane vardı… Lale devrinin büyük şairi Nedim, “Meyhane mukassi (kasvetli) görünür taşradan amma / Bir başka ferah, başka letafet var içinde” diyecekti rahatlıkla… Başka birçok yazarca Osmanlı’daki işret meclisleri insanı hayran bırakan dille balandıra balandıra anlatılacaktı… 

İÇKİ, HER AÇIDAN BİR KÜLTÜRDÜR VE İÇMESİNİ BİLMEK GEREKİR

İçkinin tüm kötülüklerin anası olduğu sözü de yanlıştır kesinlikle… İçki değil insan kötüdür çünkü… Bence içki, insanın bir nevi turnusolüdür… Kendine “eşref-i mahlukat” payesi biçen o muammayı çözer, yüzündeki maskeyi indirip içindeki kötüyü açığa çıkarır… Sözün kısası şu ki, içki, her açıdan bir kültürdür ve içmesini bilmek gerekir…  Tüm bunları şunun için yazıyorum kendi yaşam biçiminin dışındaki formları yok sayan iktidar, içkiyi kriminal bir vaka haline getirmekle kalmadı, yaptığı insafsız zamlar ve aklın sınırlarını aşan vergilerle içilemez hale getirdi bir de…

İnsanlar da başlarının çaresine bakıp kendi içkisini üretmeye başladı… Anımsarsınız, baş efendi henüz başbakandı… Konu gündeme geldiğinde, kükremiş, yüzüne yaydığı alaycı ifadeyle “İki kadeh az için, ne olmuş” demişti…  Bunun bir “halk sağlığı” sorunu olarak ortaya çıkacağını yazmıştım o vakitlerde… Öyle de oldu… Duyuyoruz her gün, kaçak içkiden birer ikişer hayatını kaybediyor insanlar… Bir o kadarı da kayıtlara girmeden toprağa veriliyor… İktidarın tek yaptığı da polis baskınlarıyla kaçak içkilere el koymak oluyor… Şu kibir abidesine bağımlılıkla da, içkiyle de mücadelenin bu olmadığını nasıl anlatsak bilmem ki…