Son günlerde tatsız tuzsuz ya  hani her şey, sanırım bütünüyle  etkilendim bu durumdan.
 Zaten bir hayli yol kat etmiş bulunuyorum son yolculuğa doğru. İnsan ömrü şunun şurasında ne kadar ki zaten, öyle değil mi?
 Bunca olumsuzluğun arasından, hayatın içine karışmaya çabalarken, kendi aynama bakıyorum daha çok. Mukayeseler yapıyorum ister istemez. İşte zaman zaman hepimize olan o amaçsızlıkla, manasızlıkla, yüz göz olmaya başladım bende. Bir yanım tut elinden bırakma yakasını diyor, bir yanımda yorgunum, değmez diyor. Ölüm seni kuşattığında bile, umudunu yitirmemelisin öğretileri bile havada kalıyor kaldı ki kuşatma söz konusu olduğunda  en iyisi en güçlüsü sen  olsan ne fayda.
 Yaş aldıkça sanırım bana bi haller olmaya başladı. Kırk yaşıma geldiğimde nasıl bir deli cesaretiyse o bambaşka dünyaların içinde buldum ise kendimi. Şimdide elli yaşın ağırlığıyla gel git yaşıyorum hayaller ve gerçekler arasında.
 Aslında yaş aldıkça, yaşanmışlıkların çoğaldıkça, daha vurdumduymaz olunmaz mı?  Çocuklaşmaz mı insan.
Ne yazık bu durum hele ki bu günlerde benim için geçerli değil. Bırakın yaşım kadar yaşlı hissetmeyi, daha da üzerinde seyrediyor, yorgunluğum gönülsüzlüğüm.
Bunun kendimce bir çok  sebebi var elbette. işte bu sebepleri kendi aynama baktığımda görebiliyorum. Örneğin en bariz olanı kendimi çok geç keşfetmem diye düşünüyorum. Ve bu keşfi kabullenmekte ki tereddüdüm.
 Ağır mı geliyorum acaba kendime…
Mesela: Aynalardan Bir kaç örnek.
 Geç kalınmışlığın aceleciliğiyle  olamamış  hayallerimi oldurma çabam mesela.
Kendimi bildim bileli fazla mesai yaptıran ve karşılığında hiçbir ödül vermeyen hizmetçi ruhum mesela.
Bugünün yoğunluğunun, umutsuzluğunun, yarınlarda asla böyle olmayacağına ve daha rahat bir yaşam süreceğime inanmak için oynadığım  Pollyanna’lığım  mesela.
Hayatımın içine ve hatta en en içine aldığım ve sonradan ağırlığında kamburlaştığım sahte dostlar mesela.
Kılı kırk yararak, kırkımdan sonra elime geçen fırsatların üzerine haddinden fazla titremem, oluruna bırakamamam mesela.
Sorumlu olduğum aile bireylerinin, sanki ebediyen sözleşmeli personel gibi benden hizmet beklemeleri mesela.
 Ve buna benim gönüllü olmam mesela.
Ülkemizde kendi kulvarında başarılarına hayran olduğum kadınlar mesela.
  Bir kadın olarak bana destek vermelerini hayal edip bunu üstüne üstlük kendilerinden talep edip boşuna beklemem mesela.
Kadın  hakları, kadın programları adı altında, kadını en çok kullanan hem cinslerimin kişisel egolarının çirkinliği mesela.
Böyle daha onlarca sebep vardır kim bilir saymaya kalksam ama ben, benim içinde bulunduğum kulvardaki tavırların analizinde yoruyorum kendimi. Sadece bu sebepler yüzünden mi kendimi olduğumdan fazla yaşlı ve yıpranmış hissetmem.
Değil elbette…
Arkadaşlarımdan bir tanesi yıllar önce şöyle demişti bana. Kendini hem hasta, hem  mutsuz  ediyorsun, teşhisi koyuyorsun üstelik de    tedavi için yine kendine başvuruyorsun. Hepsine yetemezsin…
Doğru aslında, kendimi eleştirmem, cezalandırmam, sanırım onu haklı çıkartıyor. Bir de kendimi ödüllendirmeyi becerebilsem.
Peki neden önceliğim hiçbir zaman kendim olamadı, şu geride bir hayli fazla kalan yaşanmışlıklarımda.Neden ödül veremedim kendime.
Bunun da  sebebi var elbette.
Görev  bilincimin  hep açık olması ve başarı çıtamın yüksek olması. İtaatkar bir köle gibi kendimden başka herkese  güdümlü olmam,  kırılayım canım ne olacak ki ben kendimi iyileştirebilirim nasılsa, kimse kırılmasında.  Sanırım bu sebeplerin en önemlisi en son tesbitim. Kimse kırılmasında ben kırılayım. İşte yaş aldıkça kırılacak yeriniz kalmadığında, kıymetinizi siz bilmezseniz kimse sizin kıymetinizi bilmezi öğretiyor şu geride kalan zaman insana. Kırkımdan sonra azmadım: Kırkımdan önce yazmadım adlı ilk kitabımda kendimi anlattığım bir sözdür aslında durumun özeti
“Eğildikçe hürmetten, Eşek sandılar beni ,  taşıdıkça insanlığımdan, adam sandılar kendilerini’’.
Yani dönüp dolaşıp oklar her yönde beni gösteriyor, yüzümdeki çizgilerinde, gönlümdeki çizgilerinde sebebi benim, boşuna günah keçisi aramak.
Kime eğilip kime doğrulacağını bilmezsen yükün her daim ağır olur, işte bendeniz ve sonuç.
Her hayırda bir ‘hayır’ varmış sözünü hayatına sokamazsan, ellisinde yetmişinde gibi hissedersin elbette.
İçimdeki şu gönülsüzlüğümün, yorgunluğumu da alıp gitmesini istiyorum.  Mütemadiyen kafamın içinde ‘’meslek hastalığımıdır’’ bilmiyorum üretimler filizleniyor, çürüsün istemiyorum. Hayata geçsin  ve paylaşalım ki içinde ukde kalan ve geç kaldığını düşünen yoldaşlara belki ışık olsun.
İşte bu projelerin hayata geçirebilmesi için düştüm yine yollara. Sanatın bütün çeşitliliğinde beslenmiyor muyuz bir çoğumuz. Hele  gündemin bu yaşam sevinci bırakmayan karamsarlığında asıl bu zaman diliminde ihtiyacımız var ruhumuza iyi gelen şeylere sarılmaya. Ruh beslendiğinde beden yaşarken çürümez diye düşünüyorum, tutunur bir dalından mutlaka hayata.
 Zaten an be an değişen dünya gündemi, ülke gündemi birde bizim memleket sorunları  eklenince üstüne, osu, busu da cabası , haliyle yine içim şişti valla.
Sadede geliyorum, bir avuç kadarız ve hatta nefeslerimizi birbirine değiyor. Kulvarlar farklı olsa da biz aynı havayı soluyan geçici yolcularıyız yaşamın. Kendimize iyi geleni belki birilerine de iyi gelir düşüncesiyle paylaşmak için gayretimiz, en azından benim için öyle bunun için yeniden direniyorum 
İklim değişiyor, değiştikçe de ertelenen hayallerin ağırlığı çöküyor üzerime, zamana bırakmak korkusu, zaman kalmayacak korkusunun altında eziliyor. Kabuğumu kırmak için son virajındayım hayatın, sonrası malum, Sonbahardan ötesi Kış