Önce bu tüyoları verme cesaretini nerden aldığımı anlatayım. Ben hemen hemen halkın her kesimi içinde bizzat onlardan biri olarak bulunmuş ve bu nedenle onlarla empati yapabilen şanslı kişilerden biriyim. Çocukluğum köyde geçti; köylüyüm. TTK’ da 5.5 sene işçi olarak çalıştım; işçiyim. Sendikada 1.5 yıl teknik müdür yardımcılığı yaptım; sendikacıyım. Bürokraside ocak mühendisliğinden genel müdürlüğe ve Başbakanlık müşavirliğine kadar görevlerde bulundum; bürokrat ve memurum. Birçok sivil toplum kuruluşlarında başkanlık yaptım (Halen Ankara'da Maden Mühendisleri Derneği başkanlığı yapmaktayım) ; sivil toplumcuyum. Yani kısacası ben halkım, ve halkımı iyi tanıdığımı düşünüyorum. Bu nedenle de onların neyi isteyip neyi istemediğini, neyi sevip neden korktuğunu da biliyorum.

   Benim vereceğim tüyolar  çok basittir ve aslında olması gerekenlerdir. Ama bunları hayata geçirmek bilgi, beceri gerektirdiği gibi çok çalışmak da ister.

   Şimdi muhalefet partilerine soruyorum: İktidar olmak istiyor musunuz? Cevap ''Evet'' ise yazıyı okumaya devam edin. ''Hayır'' ise zahmet etmeyin. İkinci sorum da şu: İktidar olmak için beğenseniz de beğenmeseniz de bu halkın oyuna ihtiyacınız var mı yok mu? Elbette var! O halde önce halkımızı iyi tanımanız gerekiyor.

    Halkı tanıtmak için öyle uzun uzun sosyo-ekonomik konulara girip analizler yapacak değilim. Halkı tanımak için onların içine samimiyetle girin ve onlardan biri gibi olmaya ve onlarla empati yapmaya çalışın yeter. Ama ben yine de bazı ipuçları vereyim. Halkımızın homojen bir sosyo-ekonomik yapısı yoktur. Amerikalılar gibi yaşayanlar da vardır Afganistanlılar gibi yaşayanlarda. Ama büyük bir çoğunluğu henüz ekonomik gelişimini tamamlayamamış ve açlıktan tokluğa tam geçiş yapamamıştır. Tabi bu açlığı sadece karın doyurmak olarak algılamamak lazımdır. Halkın diğer hayati ihtiyaçlarını (sağlık, eğitim, kömür gibi) karşılayamaması da açlık kategorisinden sayılmalıdır. O nedenle halkımız her şeyden önce doymak istemektedir. Zira tabiat kanunudur; aç insan önce karnını doyurmanın dışında başka bir şey düşünemez. Yani vatan, millet, demokrasi gibi kavramları düşünecek hali yoktur. Kısacası aç insan her türlü riske açık demektir. Bunu bir kenara yazalım.

    Eskiler bilir, 1960 İhtilali'nden sonra 5 yıllık kalkınma planları yapılmaya başlanmıştı. Ama bizim halk bunu istememiş ve ''Bize plan değil pilav lazım!'' sloganı ile  tepki göstermişti. Ben, yukarıda da söylediğim gibi, hem sendikacılık hem de işveren temsilciliği yaptığım için toplu iş sözleşmelerin pazarlık masalarının her iki tarafında da bulundum. Bizim işçi pazarlıkların uzamasından ve uzun söylemlerden sıkılır ve şöyle derdi: ''Kardeşim, bize ne vereceksiniz, cebimize ne girecek? Onu söyleyin yeter!'' Yani diğer sosyal- kültürel konular v.s. onları fazla da ilgilendirmezdi.

   Tüyolara geçmeden önce bir konuda daha size bilgi vereyim. Devlet 11 yılda sosyal yardımları 15 kat artırmıştır. Bu da 2013 yılı itibari ile milli gelirin %1.35'ine denk gelmektedir. Avrupa ülkelerinde bu rakam ortalama %2.5 seviyesindedir. Yani devlet hala Avrupa ortalamasını tutturamamıştır. Bu sene bütçeye sosyal yardımlar için 30.4 milyar lira ayırmıştır. Yalnız, belediyelerin yaptığı yardımlar buna dahil değildir. Bir fikir vermek için Ankara Belediyesi'ni örnek alırsak; bu belediye 250 bin aileye gıda, temizlik malzemesi, kömür ve ekmek yardımı yapmaktadır. 2012 yılında belediyelerin yaptığı yardımların toplam tutarı 550 milyon lira civarındadır.

   Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığınca bu yıl 3 milyon aileye (Her ailede 4 kişi olsa 12 milyon kişiye) yardım öngörülmüştür. Bu yardımlar eğitim, gıda, kömür, sağlık, barınma, sosyal konut projeleri, yaşlı ve engelli yardımları gibi yardımlardır. Ayrıca, eşi vefat eden kadınlara, muhtaç asker ailelerine yapılan yardımlar ve 65 yaş üstü yaşlılara, engellilere, engelli yakınlarına ödenen maaşları da bunlara ekleyebiliriz.

   Şimdi, yukarıdaki bilgileri de dikkate alarak tüyolarımıza geçebiliriz.

    1-Öncelikle, halk cahil, bizi anlamıyor gibi halkı aşağılayıcı yanlış düşünceleri aklınıza bile getirmeyeceksiniz. Vatandaşı saygın bireyler olarak görüp ciddiye alacaksınız.

    2-Vatandaş tıpış tıpış gelsin oy versin diye beklemeyeceksiniz. Yahut da iktidar partisi yıpransın da vatandaş bize koşsun diye de beklemeyeceksiniz. Bunun yerine vatandaşın bizzat ayağına gidip sizin daha iyi olduğunuza ikna edeceksiniz. Ama burada dikkat edilecek husus, samimi olduğunuza vatandaşı inandıracaksınız. Aksi takdirde seçimden seçime yapılan yapmacık hareketler ters tepki yapar.

    3-Sen bir maraton koşucusu gibisin; birinci olmak istiyorsan rakibinden daha hızlı koşacaksın; rakibinin tökezlemesine umut bağlamayacaksın.

    4-Görüyorsunuz ki bu halk ''ayakkabı kutusu'', ''gemicik'' gibi söylemlerden etkilenmiyor. Hatta dinlemiyor bile. ''Bana ne vereceksin, cebime ne girecek?'' diyor. O zaman klasik söylemleri bırakıp halka umut verecek daha yeni ve daha iyi söylemler bulacaksın. En azından mevcut sosyal yardımların devam edeceği garantisini vereceksin. Ama bunu söylerken inandırıcı olacaksın. ''Sadaka'' edebiyatını terk edeceksin.. Bu yardımların sadaka değil doğal olduğunu, parasının iktidar partisinin cebinden çıkmadığını, devletin asli görevlerinden biri olduğunu, hatta daha fazlasının yapılması gerektiğini, en azından Avrupa ortalamasının seviyesine çıkarılması gerektiğini vurgulayacaksın. Yeni bir iktidar gelirse bu yardımların kesilebileceği korkusunu halkın kafasından sileceksin.

    5-Vatandaşlarımız çok borçlu. 2014 yılında sadece kredi kartı borçları 84 milyar lira, tüketici kredi borçları ise 250 milyar liradır. Vatandaş iktidar değişikliğinde, varsayılan ekonomik istikrarın bozulabileceği endişesini taşımaktadır. Enflasyonun fırlayacağını, faizlerin çok yükseleceğini ve bu nedenle de borç batağına sürükleneceğini düşünmektedir. Bu korkularının yersiz olduğunu, herhangi bir iktidar değişikliğinde istikrarın bozulmayacağını, aksine daha da artacağını inandırıcı verilerle anlatmak gerekmektedir.

    Yukarıda verdiğim tüyolar popülist politikalar sınıfına da girebilir ama gereklidir de. İktidara gelmek isteyen muhalefet partilerinin mutlaka dikkat etmesi gereken hususlardır. Yoksa  bu günkü şartlarda ağızları ile kuş tutsalar iktidara gelemezler.

    Son tüyom hem partilere hem de vatandaşa. Partiler vatandaşı Stalin'in tavuğu yerine koymamalı. Vatandaş da kendisini Stalin'in tavuğu yerine koydurmamalı. Yani bu yardımların sadaka değil, kendi doğal hakları olduğunun bilincinde olmalı.

    (Stalin'in tavuğu hikayesini bilmeyenler için özetliyeyim: Stalin arkadaşları ile halkın nasıl yönetileceği konusunu tartışırken aklına bir fikir geliyor ve,  ‘’Bana bir tavuk getirin!'' diyor. Gelen tavuğun tüylerini canlı canlı yoluyor ve sonra da odaya salıyor. Zavallı tavuk kan revan içinde odanın içinde oraya buraya koşarken Stalin cebinden bir avuç yem çıkarıyor ve tavuğun önüne tek tek atıyor. Tavuk bu yemleri yemeye başlıyor ve Stalin yemleri attıkça tavuk da onun peşinden gidiyor. En sonunda da Stalin'in bacakları arasına sığınıyor. O zaman Stalin diyor ki, ''İşte halkı da önce böyle yolacaksın. Sonra da yemleyip peşinden getireceksin!)

   Ne diyelim? İyi ki bu laflar Rus halkı için söylenmiş!

   Şimdilik bu kadar, zira yer kalmadı. Bu konunun devamı olan bir sonraki yazımda, daha ziyade gerçek demokrasi ile ilgili tüyoları vermeye devam edeceğim.