Milletçe bir tuhaf olduk; değerler sistemimiz alabora olunca, toplumsal terazimiz de yanlış tartmaya başladı iyice…
Akıl almaz yöntemlerle hepimizin bilincini bombardımana tutan medyatik cambazlar, on bin türlü illüzyonla gerçekleri kalbe, kalbi gerçeğe çeviriyor…
Usta işi algı operasyonlarıyla gerçeğin yalnızca gösterilen yüzüyle yetinmemiz isteniyor bizden…
“Sizden öğrenecek değiliz” babalanmasıyla her şeyin en iyisini bildiğini iddia eden cevval bir ekip düşünmenin gereksiz bir yük olduğunu ısrarla anlatıyor halka…
Anlatmakta son derece başarılılar da; tozlu, topraklı yolları aşıp, evinin yolunu bulmakta zorlanan insanlar, battığı diz boyu çamuru, düştüğü çukuru sorgulamadan üçüncü boğaz köprüsüyle, havaalanı yapılıyor diye zevkten dört köşe oluyor bu sayede…
Bunla kalınsa yine de iyi…
Çocuklarına altın tepside imam okulu sunulan garibanlar sevinçten tef çalarken, kendilerine bunu bahşedenlerin çocuklarıAcaba nerede okuyor” sorusu ile hiç boğuşmuyor…
Daha da kötüsü emeğinden başka satacak hiçbir şeyi olmayan yoksullar, memleketin selamete ermesinin tek yolu olduğuna inandırıldığı için, büyük bir hararetle özelleştirmeyi savunuyor…
Savunmakla kalmıyor, alın terini azgınca sömürerek servetlerine servet katan paragözlerin ağzıyla yanıt veriyor eleştirilere…
Patronlarla patronlaşmış hükümet yetkililerinin, halka devlet kesilen bürokratların, mafyatik ilişkilerle iş bitirmeye çalışan müteahhit bozuntularının dili, toplumun ortak dili haline dönüşüyor…
 
KAPANMASI ZOR BİR SOSYAL YARA
Her özelleştirme hikâyesinin, can yakan bir insanlık dramına dönüştüğüne dair onlarca hikâyenin yazıldığı ülkemizde, bir avuç insan dışında herkes üç maymunu oynuyor…
Yalnızca kulaklar değil gönüller de kapandı bu öykülere, Türkiye, herkesin kesim sırasını beklediği bir ölü evine döndürüldü…
Telekom, Seka, Tekel, Sümerbank, Etibank, SEK, EBK, Orüs emekçileri, bir biri ardına yapılan özelleştirmelerle kıyım makinalarına atılırken, duyarlı insanların geleceği anlatan feryatlarına kulak asan olmadı ne hikmetse…
Bu aşama sorunsuz geçilince rafinerilerde, santrallerde, elektrik dağıtım şirketlerinde çalışan emekçilerin alın teriyle yarattığı değerlere geldi sıra…
Ülkenin bin bir zorlukla var edilen kamusal varlıkları gözü kara bir şekilde satılırken, yüzbinlerce insan işinden oldu…
Pek çok insansa daha düşük ücretlere imza atmak zorunda kaldı…
Daha da kötüsü şuydu ki, Seydişehir’de, Nazilli’de, Zonguldak’ta yapılan özelleştirmeler, emekçileri değil yalnızca, kentleri de tarumar etti…
Farkında olanlar için kapanması zor bir sosyal yara çıktı ortaya…
İşin en garip yanı da, özelleştirme amigoluğu yapan siyasetçilerin, bizzat mağdurları tarafından çılgınlar gibi alkışlanıp oy yağmuruna tutulmasıydı…
Bu tiyatro, kentimizde, en son, Çatalağzı Termik Santrali’nde sahneye kondu, satmaktan başka bir şey bilmeyen çete, tüm itirazlara karşın orayı da elden çıkardı…
 
ÇATES DİRENİŞÇİLERİ DAYANIŞMAYA ÇAĞIRIYOR BİZİ
Satın alan şirket, hep olduğu gibi emek düşmanlığıyla başladı işe, eski işçileri tasfiye etti, daha düşük ücretlerle yeni işçiler aldı yerine…
Bir insanlık suçuna dönüşen taşeron uygulamasıyla, ucuzun da ucuzuna işçi çalıştırmaya başladı...
Sizler de izliyorsunuz gazetelerden, taşeron şirketten zaten üç kuruş olan maaşını da alamayan işçiler, 15 gün önce, hem maaş, hem de kadro talebiyle eyleme geçti…
İşçi düşmanlığının, emek hırsızlığının sınır tanımadığı ülkede, Elsan adlı şirket eli kolu bağlı bekleyecek değildi elbette, hızla bir eylem planı hazırlandı…
Son derece pervasızlardı da, patronların haklarını savunmaya yeminli, emek düşmanı bir iktidar vardı nasılsa ülkede…
İnsanı insanın kurdu yapan ahlaksız düzen kurulmuş, milyonlarca işsiz yaratılarak, her koşulda, her türlü ücrete çalışacak bir kitle de çıkmıştı ortaya…
Kamuoyu ile sendikalarsa kış uykusundan da beter bir uykudaydı; gecesini gündüzüne katan bir çaba ile işçilerle dayanışma gösteren bir avuç insanı susturmak kolay olmasa da, toplum nezdinde karşılıksız bırakacak yol yöntem bulmak çocuk oyuncağıydı…
Düğmeye basıldı, haklarını arayan 138 işçi kapının önüne konuverdi alınan bir kararla…
İşçi dediğin neydi ki; biri gider, daha düşük ücretle diğeri gelirdi, AKP elebaşlarının yaratmak istediği düzen tam da böyle bir şey değil miydi zaten?
O işçiler çoban ateşleri yakarak bekleşiyor şimdi ÇATES’in önünde…
İnsanca yaşam koşulları gibi son derece masum talep için, onurlarıyla direniyorlar…
Her şey bizlerin eline aslında, ya o direnişin boğulmasına yardım ve yataklık edeceğiz, ya da dayanışmamızla zafere ulaştıracağız emekçileri…
Ey Zonguldak! Duymuyor musun? ÇATES direnişçileri dayanışmaya çağırıyor seni…
Bu çağrı emeğin mi, yoksa alçaklığın mı başkenti olduğuna dair bir oylamadır da aynı zamanda…
Benim oyum emekten yana… Yaz sizin?
 
Not: Türkiye’de değerlerine sahip bir insan olarak yaşamak çok zor... Bir yandan çevre düşmanı termik santrale karşı çıkarken, diğer yandan da orada çalışan emekçilerin haklarını savunuyoruz. Bir çelişki gibi görünse de, tümüyle vicdani ve sınıfsal bir duruş bu. Adam gibi bir devlet olsa, ne o santrali bu haliyle çalıştırır, ne de üç kuruş için mücadele eden garibanların, bu kadar, mağdur olmasına izin verir. Ne yapalım ki burası Türkiye…