Ne diyor Can Yücel;
             ''Boşver be yaşı başı!
             Gönlün ne kadar şık sen ondan haber ver!''
   Ben de diyorum ki;
             ''Boşver be referandumu meferandumu!
             Hayat devam ediyor, mutlu musun sen ondan haber ver! 
   Ve devam ediyorum;
             Zaten olan olmuş geçen geçmiş!
             Biz önümüzdeki maçlara bakalım.
             Kaybettik diye enseyi karartmayalım,
             Bir dahaki seçime rövanşını alalım. 
             Aman ihmal etmeyelim,
             Bu arada neşemizi de bulalım!
   Sallama bir şiir oldu ama olsun! İçimden öyle geldi.
  .İşte şimdi eğlenme zamanı.
   Bunun için, sizi neşelendirebileceğini umduğum, başımdan geçen keyifli bir hikayeyi anlatmak istiyorum.
   Aslında ''Kadınlara Yalan Söylemek Lazım'' başlıklı bu hikayeyi, daha önce ''Eşekten Uçağa'' isimli kitabımda da anlatmıştım. Ama okumamış olanlar çoğunluktadır muhakkak. Hem okumuş olanlar da hatırlamış olurlar. O yüzden tekrar yazmamda da bir sakınca yok!
   TTK Karadon Müessesi müdürü olduğum sıralardı. Sene 1987 veya 1988 olabilir. Aylardan da temmuz ayı idi.
   Bir pazar günü, bizim inşaat servisinde yevmiyeli büro personeli olarak çalışan, ve ilkokuldan beri arkadaşım olan Selahattin Ünal beni telefonla arayarak,''Müdür Bey, hava çok güzel. Bu gün bizim motorla balık tutmaya gidelim. Hem Orta Kapuz plajına da gideriz; orası şimdi cıvıl cıvıldır!'' dedi.
   Selahattin Kilimli'nin tanınmış ailelerindendi ve her eski Kilimlili gibi denizciydi. Bu nedenle de balıkçı motorları da vardı.
   Benim balık tutma gibi bir merakım yoktu ama hava öyle güzeldi ki ''olur'' dedim. Yanımıza ekmek,peynir, domates ve üzüm gibi yiyecek birşeyler alarak sahile, motorun yanına gittik. Orada yine bizim inşaat servisinde puantör olarak çalışan, Selahattin'in Nihat isminde bir arkadaşı ile buluştuk.
   Üçümüz beraberce motoru denize indirdik ve hareket ettik.Hedefimiz cıvıl cıvıl olduğunu tahmin ettiğimiz Kapuz Belediye Plajı idi. Balık tuta tuta oraya kadar gidecek ve orada demirleyerek yüzecektik.
   Nitekim düşündüğümüz gibi yaptık. Birkaç saat sonra Kapuz Koyunda idik. Plaj hakikaten yükünü almıştı. Oldukça kalabalıktı.
   Koyda uygun bir yerde demirledik. Nevalemizi çıkardık. Hem tıkınıyor hem de plajdakileri ve yüzenleri seyrediyorduk.
   Derken, kumsalın üst kısmındaki soyunma kabinlerinden manken gibi iki tane kız çıktı. Üçümüz aynı anda gördük kızları. Minicik bikiniler giymiş bu güzel kızlar kimdi acaba? Zonguldaklı'ya benzemiyorlardı. Olsa zaten tanırdık!
   Kızlar salına salına denize doğru yürüdüler. Herkesin gözü onların üstündeydi. Havlularını kuma serdikten sonra hemen denize girdiler. Biz onları aptal aptal seyrederken, kızlar bize doğru yüzmeye başlamazlar mı!..Allah Allah! Resmen bizi hedeflemişlerdi. ''Ulan bunlar tanıdık filan olmasın, sonra baltayı taşa vurmayalım!'' diye aramızda konuşurken onlar yanımıza kadar gelmişlerdi bile!..
   Motorun etrafında yüzerlerken yan gözle de bize bakıyorlardı. Herhalde gezdirmemiz için bizden davet bekliyorlardı. Koyda başka deniz vasıtası olmadığından olsa gerek bize yanaşmışlardı.
   Laf olsun diye Selahattin'e; ''Selahattin, şunları motora davet etsene!'' dedim. Ben Selahattin'in onları davet edecek cesareti göstereceğini ve kızların da bu daveti kabul edeceğini hiç düşünmemiştim. İşin gırgırında idim.
   Fakat Selahattin bunu görev emri sayıp kızlara, ''Buyrun kızlar, sizi gezdirelim!'' demez mi! Daha da ilginci kızlar da, ''Kabul, ama yaramazlık yok!'' demezler mi!
   Selahattin ''vallahi billahi yok!'' deyince kızlar anında motora balıklama atladılar.
   Atladılar ama aldı mı beni bir korku! Çünkü bütün plaj bize bakıyor. Çoğu beni tanıyor. Bizim Kilimli'nin kulağı kesikleri tam siper kuma yatmış bizi dikizliyorlar. Akşama kalmaz haber bizim hanıma ulaşır. Telaşım bundan!
   Ben böyle korku içinde ve şaşkın halde iken arkadaşlar demiri çektiler, motora yol verdiler bile..
   Denize açılırken tanışma faslı da başladı. Kızlar isimlerini söyledi. Ankaralıymışlar. Tatil için bir tanıdıklarına misafirliğe gelmişler. falan filan..    Sonra da bizi tanımak istediler. İsimlerimizi ve ne iş yaptığımızı öğrenmek istiyorlardı.
   Selahattin inşaat servisinde çalıştığı için olsa gerek, ''inşaat mühendisiyim'' dedi. Nihat ondan aşağı kalmadı; o da ''Ben de makine mühendisiyim'' dedi.
   Ben motorun burnunda oturuyor, mümkün olduğu kadar uzak durmaya çalışıyordum. Korkuyordum ya! Onun için sohbete iştirak etmeye de hevesim yoktu. Ama kızlar sonunda bana döndüler ve; ''Sizin mesleğiniz ne?'' diye sordular. Ben yüksek mühendis olduğumu veya müessese müdürü olduğumu söylemeye gerek duymadan, gayet mütevazi bir şekilde; ''maden mühendisiyim'' dedim.
   Neyse, biraz sonra benim korkum iyice arttı. ''Yahu çocuklar, siz beni sahile bırakın da sonra dolaşın'' dedim.
   Bunun üzerine geri döndük. Beni plaja bıraktılar. Onlar tekrar açılırken ben de kumlara uzanıp plajın tadını çıkarmaya çalıştım.
   Birkaç saat sonra geri döndüler. Zaten de akşam olmaya, plaj da boşalmaya başlamıştı.
   Kızlarla vedalaştıktan sonra Kilimli'ye doğru hareket ettik.
   Tabii siz şimdi bu hikayenin başlığı neden ''Kadınlara Yalan Söylemek Lazım'' diye merak ediyorsunuzdur! Hemen anlatayım.
   Kızlar ben indikten sonra, tekrar açıldıklarında; ''Sizin o arkadaşınız amma da attı mühendisim diye ha! Hiç de mühendise benzemiyordu'' demişler!
   Yahu içlerinde tek doğru söyleyen bendim. Bana inanmamışlar da onlara inanmışlar! Demek ki kadınlar yalan söyleyenlere daha çok inanıyorlar.
   Şimdi gel de bu hikayeye bu başlığı atma!
 
                                                                                                                Şerafettin Üstünkol