Doğrusu ya elim gitmiyor bazı şeyleri yazmaya. Sol, sosyalist değerlere sahip biri olarak, ülke için yaşamsal önemde olan seçimler arifesinde bir sosyal demokrat parti hakkında, içinde olumsuz kimi görüşler olan yazı kaleme almak ne derece doğru, pek emin değilim bundan. AKP gericiliğinin olanca karanlığıyla üzerimize çöreklendiği şu günlerde iç tartışmalara yoğunlaşmanın, zaten dağınık durumda olan toplumsal muhalefeti daha da zayıflatacağı endişesi çoğalıyor içimde. Ama bunu başarmaktan başka çaremiz de yok galiba. Bir yandan tartışıp diğer yandan yürümeyi başarmalıyız. Gezi eylemleri bunun nasıl olması gerektiğini apaçık gösterdi aslında. Ama yakalandığımız akıl tutulması, yaşadıklarımızı anlayabilme, ders çıkarma olanağı vermiyor ne yazık ki bize…

 

Kabul etmek gerekiyor ki, ülkenin siyasi dizilimi, CHP’nin katılımı olmadan, AKP karalığının aşılmasını mümkün kılmıyor. Yalnızca ana muhalefet partisi olmasıyla değil, toplumsal muhalefet örgütleri içindeki gücüyle de göz ardı edilmemesi gereken bir yapı CHP. KESK’ten DİSK’e, üniversite kürsülerinden, yerel yönetimlere kadar yaşamın her alanında çok geniş bir çevreyi kucaklıyor. Ancak bu olanaklarını kullanamıyor CHP. Bu çevreleri aklını ortaklaştıracağı paydaşlar olarak değil de, yönetici elitin ürettiği politikaların payandası gibi görüyor. En kötüsü de, emekçi halkın taleplerini bir kenara bırakıp, AKP ile özgürlükleri değil de yasakları yarıştıran bir siyasal hattın peşinde sürükleniyor.

 

ADAYLAR DAHİL KİMSE BİR ŞEY BİLMİYOR

İdeolojik yönelimi bir yana siyaset yapma yönteminde de ciddi yanlışları var CHP’nin. Tıpkı AKP gibi şeffaf değil en başta. Kamuoyunu yakından ilgilendiren kararların nasıl alındığını, bir avuç insan dışında kimse bilmiyor. Yerel seçimlerde adayların belirlenmesi için birçok yerde anket yapıldı örneğin. Buna dayanarak, kimi yerlerde adaylar da ortaya çıkarıldı. Yanlış olan şu ki, yalnızca adayın adı açıklandı kamuoyuna. Anketlerin sonucu hakkında hiç bilgi verilmedi. Zonguldak’ta 8 aday varken, dörde düştü, neden düştü, bilen yok. Önseçim yapılacak dendi, vazgeçildi sonra. Neden öyle dendi, kim vazgeçti, adayların önemli bölümü dahil kimse bilmiyor... CHP, halkı, süreçleri birlikte yürütüleceği çözüm ortağı olarak değil de, oy deposu olarak görüyor…

 

Gelelim sadede. Pek çok yerde olduğu gibi Çaycuma’da da aday bulma çabaları bir hazin siyaset öyküsü olarak sürüyor. Çaycuma gibi kendine has bir sosyal dokusu olan ve Zonguldak’ın değişime en açık yüzlerinden birini oluşturan ilçede, sosyal demokrat bir partinin bunca kötü bir grafik çizmesini, akla ziyan bir durum olarak görmek gerekiyor. Her ne kadar partinin içinde bulunduğu politik ufuksuzluğun esaslı taşıyıcılarından biri olsa da, yukarıda açıklamaya çalıştığım nedenlerden dolayı bunu tek başına Ali İhsan Köktürk’ün başarısızlığıyla açıklamak mümkün değil elbette. Ama şu küçük ilçede yaşananlar bir siyaset kültürünün artık değişmesi gerektiğini bağıra bağıra anlatıyor.

 

ÇAĞDAŞ BİR SOL PARTİNİN İPUÇLARI

CHP’nin kesin adayı gözüyle bakılırken son anda geri çekilen Bülent Kantarcı’nın böyle bir niyeti var mıydı bilmiyorum; duruşuyla, çağdaş bir sol partinin nasıl olması gerektiğinin ipuçlarını verdi CHP’ye. Yanılmaz güç olduğu iddiasındaki gazetecilerin yaygarası arasında kamuoyunun da gözünden kaçtı, Kantarcı, sosyal paylaşım sitesinde yayınladığı mesajda, “Seçim harcamalarının neredeyse tümünün tarafımdan karşılanması beklenmektedir. Bunu net bir biçimde bildirmeleri üzerine karşılıklı olarak süreci sonlandırma kararı verdik. Seçim harcamalarının CHP camiasınca karşılanması, benim de katkıda bulunmam son derece doğal ve doğru bir ilkedir.”  diyrerek solun evrensel ilkelerinden birine işaret etti.

 

Dünyanın en köklü siyasal hareketlerinden biri olan Alman Sosyal Demokrat Parti’de, seçimin finansmanı partiye aittir örneğin. Aday istese bile bütçenin %50’sinden fazlasını harcayamaz. Fikirleri değil de parası olanın siyaset yapmasının, siyasetin bir rant aracı olarak görülmesinin önüne geçebilmenin olmazsa olmaz koşuludur bu. Hiç abartısız söylüyorum, bir seçim çalışmasında 300- 500 bin lira gibi, benim gibi çulsuzlar için servet sayılacak bir parayı harcayan aday, görev süresi içinde verdiğini geri almak isteyecektir doğallıkla. Bu da siyasetteki ahlaksızlığın, kokuşmanın temel nedenlerinden biridir. Siyaset yatırım yapılacak bir işletme de değildir ayrıca. Kantarcı duruşuyla, bu kokuşmanın içinde olmayacağını göstererek esaslı bir ders vermiştir kamuoyuna. “Ben” değil “biz” olmanın kapısını açmıştır. CHP bir yol ayrımındadır bence. Ya şark kurnazı AKP ile aynı mecralarda debelenerek başarısızlığa mahkûm olacak ya da yüzünü Avrupa soluna dönerek çağdaş bir sol parti olacaktır. Bunu başaramazsa vah ki Türkiye’nin haline…

 

Not: Yazıyı Kantarcı’nın adaylığıyla ilgili son gelişmelerden önce kaleme aldım. Olaydan yola çıkarak olguyu tartıştığım için, önemini koruduğunu düşünerek yine de yayımlamaya karar verdim.