''Metafor'', benim tarifime göre; bir şeyi anlatmaya çalışırken modelleme yapmaktan faydalanmaktır. Aslında literatürde ''Karanlık Oda Metaforu'' diye bir şey de yoktur. Derdimi daha iyi anlatabileceğim düşüncesi ile bunu ben uydurdum!
   Derdimi sorarsanız, aydınlanmanın ne denli önemli olduğunu ispatlayabilmek!
   Şöyle bir şey hayal edelim: Ömrünüzde hiç görmediğiniz çok büyük ve karanlık bir odaya ilk defa giriyorsunuz.. Yanınızda size eşlik eden bazı kişiler de var.. Hatta bunların arasında din adamları ve politikacılar da olabilir.. Yanınızdaki kişilerden bazıları bu odayı daha önceden de görmüş olabilir; kimi aydınlatılmış halini kimisi de yarı karanlık halini.. Ama özellikle din adamları ve politikacılar mutlaka bu odayı iyi bildiklerini söylüyorlardır.. Sizde de ''biat kültürü'' varsa bu adamlara güveniyor ve her söylediklerine hiç düşünmeden inanıyorsunuz.. Size odanın içinin eşyalarla dolu olduğu ve içeride başka varlıkların ve insanların da olduğu söyleniyor..
   Şimdi odaya giriyorsunuz.. Odada sadece açtığınız kapıdan sızan çok zayıf bir ışık var. Ama buna rağmen hala içerideki hiç bir şeyi seçemiyorsunuz.. Ama yanınızdakiler size içeride neler olduğunu anlatıyorlar.. Özellikle güvendiğiniz din adamları ve politikacılar ne derlerse katıksız inanıyorsunuz.. Derken kapının girişindeki elektrik düğmesini fark ediyorsunuz... Eliniz düğmeye gidiyor.. Düğme çevirmeli türden.. Demek ki reostalı.. Yani çevirdikçe içerideki elektrik lambaları daha çok ışık verecek..
   Düğmeyi yavaşça çevirmeye başlıyorsunuz.. Lambalar önce zayıf bir ışık veriyor.. Odadaki varlıkların ancak siluetlerini görmeye başlıyorsunuz.. Tabii bu arada size yanınızdakiler içerisi ile ilgili bir şeyler anlatmaya devam ediyor.. Siz de onlara inanmaya devam ediyorsunuz doğal olarak. Çünkü içerideki hiç bir şeyi kendiniz hala net göremiyorsunuz.
    Düğmeyi biraz daha çevirdiğinizde, artık odanın içindeki varlıkları seçmeye başlıyorsunuz.. Bir taraftan da size anlatılanlarla karşılaştırıyorsunuz.. Bazı şeylerin size anlatıldığı gibi olmadığını da fark etmeye başlıyorsunuz bu arada.
    Düğmeyi sonuna kadar çevirdiğinizde; iyice aydınlanan odadaki her şeyi artık tamamen net olarak görebiliyorsunuz. Hatta odada, daha önce size akıl verenlerin kolunda sağa sola çarparak yürürken, şimdi kendi başınıza rahatlıkla dolaşabiliyorsunuz. Böylece size daha önce söylenenlerin hangilerinin doğru, hangilerinin yanlış olduğunu da kendi gözlerinizle açık açık görebiliyorsunuz.
   Sonuçta daha önce size yanlış bilgi verip yanlış yönlendirenlere ''Hadi len ordan!'' deyip yanınızdan uzaklaştırıyorsunuz. Doğru adamları ise dost ediniyorsunuz.
   İşte bizim metaforumuzda elektrik düğmesi ilimi ve bilimi, lambalar ise aydınlanmayı simgelemektedir.Yani ilim ve bilim yükseldikçe aydınlanma artıyor.
   Bu arada ''ilim'' nedir, ''bilim'' nedir onu görelim.
   En basit tariflerle; ''ilim'' şu an bilinenleri öğrenmek; ''bilim'' ise henüz bilinmeyenleri keşfetmeye çalışmak demektir. İlimle uğraşanlara ''Alim''; Bilimle uğraşanlara da ''İlim İnsanı'' denilmektedir.
   Bu anlamlarıyla, liselerde ilim öğretilmekte; üniversiteler ise bilim insanı yetiştirmektedir.
   Aslında bilim ilimin öncüsüdür. Bana göre ilim statik, bilim ise dinamiktir. Bunu şöyle anlatayım: İlim bir tren katarı ise, lokomotif bu katarın lokomotifidir. Lokomotif treni ileriye doğru hareket ettirerek yeni ufuklara doğru götürür.
   Yani bilim olmasa ilim olduğu yerde sayar!
   Peki bu konuda bizdeki durum nedir? İslam ülkeleri ile diğer ülkeleri karşılaştırırsak; İslam ülkeleri hala ilimle uğraşırken; örneğin, Hristiyan ülkeler bilimle uğraşmaktadır. Bu yüzden Hristiyan ülkeler lokomotif olup ilerlerken İslam ülkeleri oldukları yerde saymakta, bazıları da vagon olup lokomotifin peşine takılmaktadır.
   Bu neden böyle olmaktadır? Elbetteki aydınlanmadıklarından! Aydınlanmanın yolu olan eğitime önem vermediklerinden! Bunun dinle de ilgisi yoktur. Çünkü Kuranın ilk gelen ayeti ''ikra'' yani ''oku'' diye başlar. Peygamberimiz Hazreti Muhammed ''İlim Çin'de bile olsa git bul!'' demiştir. Peygamberin damadı 4. Halife Hazreti Ali de ''Bana bir kelime öğretenin kulu kölesi olurum!'' demiştir.
   Hal böyleyken İslam alemi neden eğitime önem vermemiştir? Bana göre Emevi - Vahhabi - Suudi yobazları yüzünden! Çünkü bunlar dini çıkarları için kullanan, bu yüzden insanların cahil kalması gerektiğine inanan ve bunun için kapalı ve baskıcı düzen kuran insanlardır. Nitekim herkesin bildiği Cemal Kaşıkçı cinayetini de Cemal Kaşıkçı Arap halkını aydınlatmaya çalıştığı için işlemişlerdir.
   Ne yazık ki diğer İslam ülkeleri de bunlardan etkilenmiş; ilimi sadece dini konulara hapsederken ilerlemeyi sağlayan bilime ise neredeyse düşman gözüyle bakmışlardır. Örneğin, Sadece Amerika'da 5.000 üniversite varken 57 İslam ülkesindeki toplam üniversite sayısı 600'ü bile bulmamaktadır. Olanların da kalitesi düşüktür. Laik düzen sayesinde diğer İslam ülkelerinden ileri olan Türkiye'deki üniversiteler bile dünyanın en iyi 500 üniversitesinin içine girememektedir. Bazen birkaç üniversitemiz kıyısından köşesinden zar zor girebilmektedir o kadar! Nasıl girebilsin ki? Eğitimli insanlardan korktuğunu ve eğitimsiz insanlara güvendiğini söyleyen akademisyenlerimiz varken bu mümkün mü? Daha geçen gün Harran Üniversitesi rektörü ''İslami olarak Cumhurbaşkanına itaat farzdır. Karşı gelmek haramdır.'' demedi mi? 9 kasımda Diyanet İşleri Başkanı Cumhuriyet, Atatürk ve bilim düşmanı Kadir Mısırlıoğlunu inadına ziyaret etmedi mi? Bu örnekler sayılamayacak kadar çoktur.
   Çağdaş dünyaya ve bilime bakışımız işte budur! Geçen gün İnternette gezerken dinci bir derginin ilim ile bilimi karşılaştırmasına gözüm takıldı. Şöyle diyordu bir alim: ''İlim, aydınlık kokan, din kokan bir kelimedir. 'Bilim' denilen şey ise, kendisine biçilen elbise, yükselen fonksiyon ve kazandırılan mana ile karanlıklar, kaos ve kara delikler manzumesidir.''
   Bilime bu gözle bakan zihniyetler çoğunlukta iken bilimde ilerlemek ne derece mümkün olur ki!
   Her yeni buluştan sonra, adamlar önce ya inanmıyor ya da şeytan icadı diyor. Bazen inkar edemeyecekleri önemli buluşlarda veya keşiflerde ise ''Bu zaten Kuran'da yazıyor.'' diyor. ''Yazıyorsa kardeşim neden bunu yüzyıllardır açıklamadın?'' diyesi geliyor insanın!
   Sonuçta, içine bulunduğumuz ortamları ilimle olduğu kadar, hatta daha da fazla, bilimle aydınlatmalıyız. Bu da kafamızın aydınlanması demektir ki; kafamız aydınlandığında, artık bizim cahilliğimizden nemalananların sözüne inanmayıp kendi gözümüzle gördüklerimize, yani doğrulara inanacağız! Dolayısı ile bizi artık kandıramayacaklar!
   Son sözüm: Doğruları görüp doğrulara inanan insanlar, adı üzerinde, doğru yoldadırlar. Doğru yoldan gidenler ise er geç mutlaka hedefledikleri noktaya ulaşırlar