Kastamonu’nun bir dağ köyünde, tarlada çalışırken sancılanan annem kendini zor atmış eve… Köyün ebesinin gelmesine fırsat kalmadan ben doğmuşum… Göbek bağımı kendi elleriyle kesmiş annem… Verilen her işin yüksünmeden üstesinden gelmeye çalışmam, her şeyi kendime dert edinmem dünyaya gözümü açtığım bu ilk andan miras belki de… Çatalzeytinliyim… Ama çocukluğumda, gitmesi bir dert, dönmesi bambaşka bir dert olan doğduğum köy, yaz aylarında annemin çektiği meşakkat olarak kazınmış beynime… Seyrek de olsa gittiğim doğduğum eve, hep hüzünle bakarım bu yüzden…
 
Genetik olarak Kastamonulu ama kültürel olarak Zonguldaklıyım…  Nasıl mı? Soğuksu’da, göğe uzanacakmış gibi görünen dik merdivenli bir evde geçti çocukluğum… Kimliğimi, kişiliğimi oluşturma evresindeyse, ailem, şimdiki BKM’nin arkasındaki mahalleye taşındı… Evlenince de Kozlu’ya taşındık… Kısacası bu kentte okudum, çalıştım, emekli oldum. Burada evlendim, yarın umudum iki çocuğum burada doğdu, büyüdü… Annem, babam Ontemmuz’un tepesinde bir gömütlükte yatıyor… Anı evim hep Zonguldak’la anılarla dolu… Bu yüzden de Zonguldaklı sayıyorum kendimi…
 
GİTMESİ BİR DERT, DÖNMESİ BİN BİR DERTTİ
Kastamonu ise bana çok uzaklarda bir yermiş gibi geldi her zaman… İlkin vapurla giderdik köye… Gecenin gündüze karıştığı o yolculuklar, içimin dışıma çıktığı eziyetin de adıydı... Açıkta bekleyen kayıklara binerken de,  sahile inerken de, korkudan, yüreğimiz ağzımıza gelirdi… Annemin “Yalı” dediği ilçe merkezinden, ben muaf tutulsam da, sırtlardaki yüklerle uzun bir yürüyüşten sonra varırdık köye… Vapur devri bitti, “doğru posta” denen otobüs devri başladı zamanla… Uzun bir yolculuktan sonra dağın başında iner, biraz daha kısa olsa da aynı meşakkatli yolculukla evimize ulaşırdık…
 
Aktarma gitmek moda oldu daha sonra… Trenle Karabük’e gider, bir iki gün teyzemde soluklanırdık… Teyzemin hiç unutmadığım sıcağında geçen günler, bambaşka bir keyifti… Oradan Kastamonu’ya geçer, kent merkezindeki terminalden bulduğumuz ilk araçla, dağın başındaki aynı durağa ulaşırdık... İçinde birkaç saat geçirdiğimiz Kastamonu dere kenarında büyümeye çalışan küçük bir kentti o vakitler... Şehirde kısa turlar atar, etrafta bulunan tarihi yapılara şaşkınlıkla bakardım… O bilincim oluşmadığı için ne de köhne gelirdi bana… Restore edilmiş halleri beton işgali altında şimdi...
 
NEREDEN BİLECEK CAHİL
Annemi babamı var eden toprakla ilişkimi hiç kesmedim…  Ortasındaki derenin düzenlenmesiyle şimdilerde bambaşka çehre kazanan Kastamonu ilgi odağımda oldu her zaman… Bulduğum her fırsatta oralı olduğumu ifade ettim… Ama ilk kez utandım Kastamonulu olduğumdan… Kastamonu Üniversitesi Senatosu, Cide’deki meslek yüksekokulundan, okul müdürünün önerisine uyup, Rıfat Ilgaz adını kaldırma kararı almış… Kamuoyundan gelen tepkiler üzerine geri alınsa da, girişim derinden üzdü beni… Bir Kastamonulu olarak lekelendiğimi, kirlendiğimi, masumiyetimi yitirdiğimi düşündüm…
 
İsminin önünde doçent, ya da profesör yazsa da nereden bilecek cahil… Ölümünden çok kısa süre önce, Mehmet Yılmaz’ın çabalarıyla geldiği Zonguldak’ta uzun sohbetler ettiğim Rıfat Ilgaz, Türk dili var oldukça yaşayacak ulu çınarıdır ülkemizin… Kastamonu’nun sosyal kültürel gelişimine katkılar sunmuş, ülkemize değer katmış büyük bir kültür adamıdır… Tırnaklarıyla kazıyıp çileyle ulaşmıştır taşıdığı her sıfata… Birilerinin inayetiyle makam sahibi olan çapsızların, siyasi atmosferi de fırsat bilip ismini silme çabaları boşunadır. Onun yeri, Ilgaz Dağı kadar yücedir çünkü gönlümüzde…  Ey Kastamonu’nun gafil rektörü, ey Cide’deki okulun cahil müdürü, bunu bir kenara iyi yaz oldu mu?