Çok sıklıkla kullandığım bir tanımlamadır kendi penceremizden hayata bakmak, bakabilmek. Yeterli midir pencere bilinmez ama görebilmek için bakmamız gerekiyor, bunu biliyorum. Bakıyormuş gibi yapmamak ve gerçekten görmek için bakmamız gerekiyor. Baktıktan sonra ise görebildiklerimize kayıtsız kalmamak, mutlaka bir yerinden tutup yapıcı olarak müdahil olmak gerekiyor duruma.
Olaylara,  insanlara ve hatta ülkelere,  yaşanan gelişmeler üzerinden sadece görebildiğimiz ve vakıf olabildiğimizce yorum yapmak işte bu bakışlar sayesinde. Kim bilir üzerinde düşünüp bir fikir ortaya çıkarabildiğimizde bir fayda sağlayabileceğiz sorunun çözümüne.   Ne gördüğümüz, nasıl gördüğümüz kendi bakış açılarımızın egosuyla savaşa dursun, bizler her gün kayıplar vererek bir çıkmazın içine doğru yolcu oluyoruz ne yazık ki.
Sorumluluk bilincimizin kendine olan özgüvensizliğinden midir bilinmez, dar ve sığ gözlemlere denk düşüyor kulaktan kulağa yayılan tespitler. İlkel insanlara kadar dayanan savaşın acımasız yüzü, günümüzde modernize olmuşluğuyla övünen yine o insanlığın, hali hazırda yüz karasıdır aslında.  Dünya üzerindeki en acı ve üstesinden gelmekte zorlanılan en büyük savaştır terör savaşları. Yaşamak için öldürmelisin algısına bile en büyük kahpeliktir. Bunun aksini kimse söylemesin, canı yanan taraf olduğunuzda daha bariz olarak hissediyorsunuz acıyı, çaresizliği. Fakat bu diğerlerinin günün birinde aynı acıyla yüzleşmeyeceklerini garantilemiyor. Savaşlar önce ve daima masumları vurur ve her seferinde tazecik canları kurban seçer kendine. En masum olanlara değer acının ucu, çünkü adı üstünde terör sinsi bir savaştır.
Birçoğumuz bugünlerde aynı sesi üfler olduk evrene, barış istiyoruz, yeter artık. Savaşlar son bulsun ölmesin masum insanlar. Evet, ölmesin çocuklar, yaşları kaç olursa olsun ölüyor birilerinin çocukları, üstelik öleceğini bile bile bu topraklara değecek kurşunlara siper ediyor gençliğini, hayallerini ve her şeyden önemlisi yaşam hakkını.
Sanırım en vahi olanı,  gündelik yaşamlarında sıradan olağan işlerine koşanların yaşamak zorunda kaldıkları acı son. Olacaklardan habersiz yarım kalan işlerini tamamlamak işin çırpınanlar, işte onlar ansızın giriveriyor terör çemberinin içine. Ve ne yazık ki yaşam haklarına son veriliyor ucuz bir emirle. Durumun en vahim yanı da bu aslında,  yarın için bizimde yaşamak zorunda kalabileceğimiz, bir alçaklığa kurban gidebileceğimiz gerçeğinin içinde olduğumuz.. Kendi kurgusunda dönen bu dünyanın çarkına takılan biz insanların ne zaman adam akıllı ayacağımızı merak ediyorum doğrusu.
Bütün bunları, bunca acıları kapitalist düzenin doğurduğunu söylüyor savaş üzerinden yorum yapan işin uzmanları. Ve ekliyorlar ardından, dünya var olduğundan beri savaşlar hep var, hep var olacak. Savaşmak dünya üzerindeki bütün canlıların yaradılışında var. Bütün canlılar kazanmak için savaşmaya, yaşamak için öldürmeye ihtiyaç duyan kodlanmış kurbanlar.
Oysa ki güneşin altında ısınıp, yağmurun altında ıslanan bir birlikteliğimiz var bizin tüm canlılarla ortaklaşa yaşadığımız. Bu gerçek bile bir kazanım değil, sadece görmezden gelinmek istenilen bir zorunluluk gibi geliyor birilerine.
Benim penceremin görüş alanı bana sadece kaybedenleri gösteriyor, ben öyle derin bir bakış açısına sahip değilim. Uzmanlık alanım da olmadığı için henüz yorum aşamasında sonuca bağlayıveriyorum düşüncelerimi. Kahretsin, neden savaşılır ve neden bir canlının yaşam hakkına son verilir.  Neyi paylaşamaz insanoğlu, içimdeki ses bana var olan savaşların nedenlerini, sonucun nereye gideceğini, kimlerin işine yarayacağını söylemiyor.   Çünkü beni içimdeki vicdanım ilgilendiriyor, annelerin, babaların yüreklerinden kopan feryatlar ilgilendiriyor. Ben canilikle beslenen kapitalist canavarına kusuyorum bütün öfkemi.
Her alanda savaş verdiğimiz bu kurgusal dünyada, gerçek olan tek şey ölüm mü sahiden. Bir taraftan insanlığa faydalı olabilecek yenilikler için çabalarken, diğer taraftan insanlığı yok etmek için verdiğimiz uğraş düşündürüyor doğrusu.
Kavramsal yozlaşmanın marifeti olan hiçbir olumsuzluğa, hiçbir yaptırıma destek vermek,   tebessüm etmek mümkün değil. Menfaatler her çağda ver her yönetim şeklinde kendi silahını üretmiştir bu yüzyıllardır ne yazık ki böyledir. Biz bu toprakların bütünlüğü için parçalanmamak bölünmemek için iyi bakmalıyız görüş alanımıza giren gerçeklerin birbirini ezen görüntüsüne. Görünen o ki kendi kendine kurgusunda dönen dünyayı birileri bir parmak şaklatmasıyla döndürüyor tersine, sonra da faturasını ağır bir bedelle kesiveriyor en savunmasıza en güçsüze.  Bütünlük olan her yerde her şeyde kazanımlarda nitelikli olur, bir kavşakta bırakılmak isteniyor olabiliriz, lakin bizim istikametimiz her zaman barış ve huzura olmalıdır.
Eğer ki bu toprakların kokusunu içinize çekerek hissederseniz, küçük bir delikten bile mucizeler vurabilir gözlerinize. Zor günlerden geçiyoruz farkındayım, fakat bizden çok daha zor günler geçirenler var bizim içimizde. Birbirimiz için ne yapabilir ya da ne yapmalıyız, bir fikri ve cesareti olan var mı?