Daha önce birkaç kez büyükbabamdan söz etmiştim okurlarıma.
Kurtuluş savaşı Gazisi olduğunu ve savaş Gazisi olarak ona Devletinin takdim ettiği madalyalarıyla gurur duyduğunu da söylemiştim bir kaç kez.
Hatta büyükbabama bir şiirde yazmıştım içinde o günkü duygularını özetleyen.
Ben de gurur duyuyorum elbette büyükbabamla.
Gözlerimin önünden hiç gitmez mesela,yeleğinin cebine koyduğu köstekli saati, ceketinin yakasında göz kamaştıran madalyaları, beyaz sakalları ve yuvarlak metal bir kutuda her gün sürdüğü esansı.
Eşeğine son model bir araba gibi binişi ve semerinin üzerindeki duruşu, kayıp bir çocukluğu anımsatır bana.
Birde her akşam okuduğu kitapları, anlattığı savaş anıları… Kurtuluş Savaşı…
 Kenarları aşınmış,yaprakları sararmış, üç beş kitabı geçmeyen kitaplarının arasından seçtikleriyle, şiirler,beyitler, dualar, kıssadan hisseler dediği bilgiler paylaşırdı biz torunlarıyla.
İnanması güç ama doğruluğundan emin olduğu bilgiler aktarırdı. Olacaklarına inancı kuvvetliydi.
Gaz lambasının ışığında okuduğu kitapları o günlerde bir hikâye algısıyla dinlediğimizden olsa gerekyeteri kadar idrak edememişiz ancak okuduğu birçok şeyin, günümüzde gerçekleşiyor olduğunu görmek ürkütüyor doğrusu.
İnsanlar, insanlardan kaçacaklar derdi ve hatta oğul babasından, kız anasından kaçacak. Korona biz insanları yalnızlığa itmedi mi?
İnsanlar yiyecek ekmek, içecek su bulamayacak derdi. Toprak küsecek derdi. Su savaşları gündeme düşmeye başladı bile.
Yerin altı üstüne, üstü altına dönecek derdi, kuzey yarım küreyle, güney yarım kürenin deprem sonucunda yer değiştirebileceğini bile söyleyen araştırmacılar var günümüzde.
Dermansız dertler çoğalacak, ahiri zaman geldiğinde, günler su gibi akıp gidecek derdi. Dün bugün yarın iç içe geçti bile çoktan.
Büyükbabamın tabiriyle bina zina çoğalacak, ahlak çökecek derdi.Zihinlerdeki ahlak çökeli de bi hayli oldu hani.
İnsanların doyumsuz, şükür süz olduklarını söylerdi. Nankörüz derdi, nankör, sonra mırıldanırdı.
“İster zengin ol ister fukara
İstersen ömrünü geçir sarayda
Zatının bahtı olsa ne fayda
Sürerler bir gün mahşer yerine”
Büyük babamın okuduğu şiirlerden aklımdan kalan biri de bu birkaç satır!
 Fakat o gaz lambasının ışığında gelecekle ilgili söyledikleri, insana dair yaptığı analizler hiç değişmedi. Hacıydı ama ilk önce kendine küfür ederdi, sonrada insanlığın kimyasına saydırırdı. Haksızda değilmiş hani hayvanlardan bile gerideyiz.
İnsan insandan kaçacak deyişindeki bilgelik, okuduğu her yanı dökülen kitaplarda neden yazıldıysa, şimdide bu günü nasıl kurtarırız düşüncesini öteleyip, yıllar sonrasında olacakları söylüyor araştırmacılar. Tıpkı o günlerde ki gibi geçmiş geleceğin yönünü belirliyor adeta.
Gökyüzü yerküreye haddini bildiriyor ama bizler iflah olur muyuz bir fikrim yok.
Ve yine sararmış her yeri dökülmüş parça parça olmuş kitaplardan veriyor bilgiyi geçmiş, üstelik bu teknolojinin havasını attığı zamana.
Elini kolunu bağlıyor felaketler dünyanın ama insanlardan kaynaklı ama geçmişin gizeminden bunuda henüz netleştiremiyoruz.
Geleceğin şifresini geçmişten örneklerle aktaran âlimlerin, hiç de iç açıcı olmayan şeyleri pat pat söylemeleri de, en az büyükbabamın söyledikleri kadar ürkütüyor beni.
Laboratuvarlarda kurgulanan bir virüs diye kayıt altına alınan bu beladan, yakın gelecekte de kurtulamayacağımızı söyleyenler hiç az değil hani. Mutasyon denilen o belirsiz değişim ve çoğalış çaresizliğin bir başka yanı.
Biz insanların ölümlü olduğumuzu unuttuğumuzdan mıdır, insanlığımızın dışına çıkışımızdan mıdır bilemiyorum ama toprak bu süreçteki son yolculuğumuz biz canlıların, neden oraya erken göndermek isterler, onu da anlayabilmiş değilim.
Kimseye kalmayan bu dünya, eğer öyleyse neden kötülük yapanların yanına kar kalıyor ki.
Kitaplar, kim bilir şifresini çözemediğimiz daha neler gizliyorlar içlerinde.
Ve daha neler neler yazacaklar üstümüze…