KÖTÜLERİN ARKASINDAN TENEKE ÇALMAK

Geleceğinden ümidi kesince insan, geçmişe yaşanmışlıklara yolculuk ediyor. Onların içinde arıyor bugününde bulamadıklarını.

Çocukluğumdan kalan anıların içinde gezinirken, gözümün önünden bir kez daha geçti teneke çalma sahnesi.

 Değişenin sadece zaman olduğunu, insanların var olduklarından beri ilkelliklerinden kurtulamadığını anımsattı bana bazı yaşanmışlıklar. Yani kötüler her zaman vardı, yarın ve sonrasında da var olmaya devam edeceklerdi.

Düne yapılan yolculukların şöyle bir olumlu yanı oluyor, kanaatimce elbette ne kadar çocuk kalabilirseniz o kadar insansınız aslında, bunu deneyimletiyor anılar yeniden size. Büyüdükçe kirleniyor insan ve ne yazık ki kayboluyor masumiyet. Hiç kimse ama hiç kimse doğduğuyla aynı değil hepimizde kir izleri var!

Eskilerden ekşimeyenlerden bir detay satırlara şu an düşen…

Mahallemizde bir Lütfiye teyzemiz vardı şöyle irice, heybetlisinden hem de. Biraz geçimsiz, birazda dediği dedikti hani. Söz geçiremeyince, doğrunun gerçekliğini anlatamadığınızda eğer yok sayma ihtimalinizde mümkün değilse kişileri, oldukları gibi kabul etme yoluna gidiyorsunuz mecburen.

Kim bilir belki baş edemediğimizden, belki de onlar kadar çirkefleşemediğimizden, belki de cesaret edemediğimizden!

Her neyse işte, bizim Lütfiye teyze de kural kaide konusunda biraz bencildi. Kendi düşünceleri kabul görsün, mahalleyi kendi yönetsin isterdi. Bir şey bildiğinden değil aslına bakarsanız, bilmediğinden yapardı bunları. Kendi çirkefliğini koyardı ortaya, sesini yükselttikçe de haklı olduğuna inandırırdı kendini. Anlaşamadığı kim varsa, ne yapar eder onu önce mahallede rezil eder, sonrada uzaklaştırırdı ve uzaklaştırmakla da kalmaz, eline alırdı kocaman tenekeleri, öfkesi dinene kadar çalardı da çalardı.

Şu an bile kulaklarımda hissettim tenekelerin sesini.

Şikâyetler olurdu, polisler gelir giderdi, bizim Lütfiye teyze, delidir ne yapsa yeridir teşhisiyle başıboş namını yürütürdü yine.

Onun neden öfkelendiğini, neden tutarsız davranışlar sergilediğini anlayamamıştık hiç. Buna rağmen eğlence gibi gelirdi bize Lütfiye teyze, mahallede, hiç susmayan ağzıyla, önüne gelene saldırması, ağza alınmayacak küfürler, hakaretler etmesi, biz çocuklara eğlenceli gelirdi.

Büyüdük şimdi büyümesine de, fakat o günlerden bugünlere öyle çok fazla değişen bireyde yok aslında. Çocukluğumuzda olduğu gibi etrafımızda olan bitene zorunlu seyircilik ediyoruz. Canımızı yakan,  huzurumuzu kaçıran, insanın akıl kıyılarıyla oynanan görgü tanıklıklarımız, cesaretimizi ezerken, bizler seyirci olmaya devam ediyoruz.

Lütfiye teyze gibi günümüzde de delirmişçesine hakaretler eden ve her önüne gelene ağız dolusu öfke kusanları, yine çocukluğumuzda olduğu gibi seyrediyoruz. Ne öğrendiysek onunla yetişiyor yetişkin oluyoruz! Kaba saba bağırana, aklına estiği gibi konuşana değil, hakikati, doğruları dile getirenlere geliyor cezalar ve onlar susturuluyor. Delilerin dokunulmazlıkları var bunu biliyoruz amma velakin akıllılarda kıymetli olmalı bir nebzede olsa öyle değil mi?

 Hele ki elinde raporu olanlara yaklaşamıyorsunuz bile. Ama ne yalan söyleyeyim özenmiyor değilim hani, elime tenekeleri alıp, var gücümle çalmak ve iş bilmeyenleri işe yaramayanları kovmak ne güzel olurdu. Bunun için akıl yetmiyor akıllı olmak hiç kıymet görmüyor. Ya işi deliliğe vurmak ya da sahiden de delirmek gerekiyor. Böyle giderse bir gün o teneke sesleri bütün Mahallelerde hiç susmadan çınlayacak. Bir gün aklıselim olmanın hiçbir işe yaramadığı o gün gelecek ve bizler yola düşüp gitmesi gerekenlere teneke çalacağız. Bugünkü koşullar onu gösteriyor. Hepimiz birer Lütfiye teyze olmaya doğru gidiyoruz, yakındır.

 

MECLİS AÇILIRKEN

Malum 2018 2019 Eğitim öğretim yılı başladı. Okullar açıldı, öğrenciler sınıflardaki yerlerine alışmaya başladılar bile çoktan. Öğretmen, öğrenci, veli işbirliğinde, zihinleri tepetaklak eden ve bir türlü yerine oturtamadığımız eğitim sisteminde topyekûn mücadele verilecek malum. Denemeye bu olmadı bir başka yönteme geçiyoruz demeye devam edilecek anlaşılan.

Biz yetişkinler,  kendi beceriksizliklerimizi çocuklarımıza yüklediğimizin hiç farkında değiliz sanırım. Mesleki anlamda taçlandırdığımız, yüksek mertebe olarak ayrıştırdığımız yerlerde olamamış olmamızı, kendi beceriksizliğimize vermiyoruz da çocuklarımızdan hem kendilerine, hem de bizim beceriksizliklerimize mucize yaratmalarını bekliyoruz.

Beklentilerimiz o kadar yüksek seviyedeki bunun tam tersini yapabilsek yani yetişkinleri de eğitebilsek, bilinçlendirebilsek, ne güzel olurdu öyle değil mi?

Bir Ekim 2018 tarihinde TBMM açılacak. Ülkenin en büyük okulu dersek abartmış olmayız herhalde zira oradaki çalışma ve başarı, ya da başarısızlık ülkenin bu gününü, geleceğini, kaderini etkileyecek düzeyde. Keşke orada da bir not ve karne sistemi olsa ve keşke öğrenci çocuklar gibi yetişkinlerde başarı çıtalarıyla değerlendirilebilse.

“Sadece Meclisin dekorunun kalitesini değil işleyişinin kalitesini konuşabileceğimiz bir dönem olabilse, bu yeni dönem.”

Tıpkı öğrenci çocuklarımız gibi yetişkinlerinde davranışları, arkadaşlarıyla geçimleri, topluma iyi örnek olabilmeleri sağlanabilse. Kurallara uyulsa ve uymayanlar tıpkı okullardaki gibi cezalandırılsa. Kavgalar edilmese yumruk yumruğa dövüşülmese! Çocuklar mı daha çok hata yapıyor yetişkinler mi keşke bunun bir istatiği tutulabilse.

Çocukları okullu yapmak eğitimin tamamlanması demek değil. Eğitim sistemimizin adam akıllı gözden geçirilmesi gerekiyor çünkü yetişkinleri eğitmek çok daha zor. Çocukları yetişkin yaptığımızda da eğitmeye devam edebilirsek ve işe birbirimizi dinleyip, anlamakla başlayabilirsek, sanırım içinden geçmekte olduğumuz zamanı değilse de geleceğimizi kurtarabiliriz. Aksi halde yetişkinlerin karneleri zayıfla dolmaya devam edecek ve kaybeden hepimiz olacağız.

Yaş kaç olursa olsun çok çalışmak ve Eğitim şart…