Kastamonu’nun bir dağ köyünden bir grup arkadaşı ile yola çıkan babam, ekmeğin daha bol olduğu bu kente 1950’lerin başında gelmiş… Rahmetli, yürüye yürüye yaptığı ilk yolculuğu keyifle anlatırdı bize. Gelir gelmez EKİ’de işe başlamış… Gurbete dayanamamış bırakıp gitmiş, yapamamış, yine dönmüş… Sebat etmiş bu kez, emekli olduğu 1980 yılına kadar hiç yevmiye sıfır etmemiş hatta… Tarihin cilvesi olsa gerek, aynı yıl, EKİ’nin Çırak Kursu’nda başlayan madencilik öyküm, 2013 yılında, TTK’de, servis şefi olarak son buldu… Demem o ki, baba-oğul iki kuşak madenci sayılırız…

 

Babamın doğduğu o fukara köy, Kastamonu’da değil de Zonguldak’ta olsaydı, buna muhtemelen dedeminki de eklenir, üç kuşak bir madenci öyküsü çıkardı ortaya… Şaşılacak bir şey de olmazdı… Anlatılan, sevgili öğretmenim Behçet Kalaycı’nın, “Hades’ten mi ferman olunmuş bilinmez” sorusuyla başlayıp, “Kurumadan babaya dökülen yaşlar / Oğulların öyküsü başlar. / Yapışıp babalarının bıraktığı kanlı kazmaya / Başlarla ölümcül kömür kazmaya” dizleriyle şiirselleştirdiği bir Zonguldak klasiğiydi sonuçta…  Bu Zonguldaklının kaderi, alın yazısıydı... Onun için acılı bir toprak yeşeriyordu burada…

 

ULUSAL KURTULUŞ SAVAŞI’NDAN DAHA FAZLA ŞEHİT VERDİK

O kara kömürü “Azrail’in elinden kapıp kapıp çıkarmak” için ne acılar yaşandı bu kentte… Ülkenin ekonomik kurtuluşu için, Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndan daha fazla şehit verildi mesela… On binlerce insan ciğerini kusa kusa can verdi emekli olduktan sonra, yüz binlerce insan sakat kaldı… Zonguldaklı yeri geldi dipçik zoru ile zifiri karanlıklarda çalışmaya mükellef edildi… Devran döndü, bambaşka bir konjonktüre geçen Türkiye’de, yalnızca ekonomiye değil beyinlere de egemen olan vahşi kapitalizm, tüm bunları unutturdu, allem kallem bir cambazlıkla “ülkenin kamburu” ilan etti kenti...

 

İki kuşak madenci olarak vicdanım kanıyor… Ey Ankara’daki muktedirlerin kılıcını sallayan nankörler, “kambur” ilan ettiğiniz madencinin “daha fazla üretim” için ömür tüketmekten başka ne suçu var Allah aşkına? Kendini besleyen dalkavukları, yerin altında ayrıcalıklı kılıp asalaklaştıran kirli siyasetin rolünü hiç mi tartışmayacaksınız bu konuda? Kendi beceriksizliklerinin faturasını, canı-kanı pahasına üreten madencilere çıkaran vicdansızlara tek kelime de olsa laf etmeyecek misiniz? İşbirlikçi zevatın, çapsız sendikacıların, havzadaki liyakat sistemini yok eden muhterislerin rolünü hiç mi sorgulamayacaksınız?

 

ONCA KENTSEL ARAYIŞIN HANGİSİNDE YER ALDINIZ

Herkes biliyor ki, TTK sürdürülebilir noktada değil. Şu anki haliyle kaynak savurganlığından başka bir anlamı da yok…  Bana sorarsanız, önce kirli siyasetin rolü sorgulanmalı bunda… Olmayan enerji, maden politikaları masaya yatırılmalı… Başta TMMOB Maden Mühendisleri Odası olmak üzere, bilim insanlarının bin bir emekle ortaya çıkardığı öneriler incelenmeli dikkatle… Ey gazete köşelerinde, sosyal medyada AKP elebaşlarının kılıcını sallayan akıldanler, hanginiz okudunuz bu raporları? Yapılan onca kentsel arayışın hangisinde yer aldı? Yazmadan edemeyeceğim, ne bilip de konuşuyorsunuz?

 

Alanlarındaki uzman kuruluşların, bilim insanlarının görüşlerine burun kıvıran bir kibir yönetiyor ne yazık ki ülkeyi, havza da bundan payını alıyor. Bir kentin kaderi Ankara’da gizli saklı yapılan planlarla çizilmek isteniyor… Atılacak adım belli aslında… Sorun üniversitelerin, madenci sendikalarının, yerel yönetimlerin, mühendislik örgütlerinin, sektör temsilcilerinin, devlet yetkililerinin katılımıyla ele alınmalı, birlikte oluşturulacak mutabakat çerçevesinde yürünmelidir… Bu dururken “Ben yaptım oldu” zorbalığını dayatan iktidara direnmek mubahtır… Safımız da hiç tartışmasız maden işçilerinin yanıdır…