Dinci söylemin, bizim ülkedeki çapsız siyasetçilerin gerek iktidara gelmek, gerekse kitleleri daha kolay yönetmek için sıkça başvurduğu bir yöntem olduğunu söylemeye gerek yok… Erken cumhuriyet döneminde uygulanan radikal laisizmin, toplumda oluşturduğu tepkiyi örgütlemeye çalışan siyasal hareketler, 40’lı yılların ikinci yarısından itibaren kamusal alanda mevzi kanmaya başladı… AKP iktidarıyla da zirveye ulaştı. Artık toplumsal hayatta her şey bu dile göre şekilleniyor… İşin kötüsü dinin emredici hükümleri gibi, bu yaklaşımlarla dayatılan kararları da tartışmak mümkün olmuyor…

 

Karşıtlarıyla fikri tartışma yerine karalamayı seçen demagoglar, dünyevi meseleler için yürütülen tartışmaları, bir “din tartışması” gibi sunarak prim yapmaya çalışıyor… Dünyanın yapay zekâyı, Mars’ta tarım yapılabirliğini, genlerle oynayarak süper insan üretimini tartıştığı, 3D yazıcılarla biyonik uzuvlar üretildiği bir zamanda, örneğin, evrim kuramı “dine aykırı” olduğu için müfredattan çıkarılıyor bizim ülkede… O kuram bilgi teknolojilerinin kuramsal altyapısını oluştururken, pek çok bilimsel gelişmenin mekanizmasını anlamamızı da sağlıyor oysa…

 

İLAHİYAT FAKÜLTESİNDEN MEZUN OLMAK, STATÜ ARACI OLDU

Evrim üzerine çalışmayı “dinsizlik” sayan bir ülkenin bilgi ve teknoloji üretmesi mümkün olmuyor elbette… Türkiye yoğun şekilde teknoloji transfer ederken, bilgi üretiminde de sınıfta kalıyor… Üniversitelerde durum fecaat çünkü… Bülent Ecevit Üniversitesinde üst düzey yöneticilik yapan bir hoca ile sohbet ettim geçtiğimiz günlerde… Tüm üniversiteler gibi, BEÜ’nün de kimi mühendislik alanlarında öğrenci bulmakta zorluk çektiğini anlattı… Ama diğer ilahiyat fakülteleri gibi buradaki fakültenin de ful çektiğini söyledi…

 

Bunun sistematik bir şey olduğunu söylemeye gerek yok… Zaten bilim diye bir derdi olmayan AKP, ilahiyat fakültesinden mezun olmayı, toplumda statü kazanmanın bir aracına dönüştürdü 15 yıl içinde… Mezunlarını, başta milli eğitim olmak üzere mümkün olan her yere yönetici olarak atayarak, fakülteler arasındaki rekabette öne geçmesini sağladı… Gençlerin bir de iş imkânı nedeniyle özellikle tercih ettiği ilahiyat fakültelerinin sayısı kısa sürede üç kattan fazla arttı… Bunun meyveleri de Türk üniversitelerinin, dünya üniversiteleri arasında sürekli gerilemesiyle alındı…

 

İLAHİ AŞKIN DEĞİL, MADDİ VE SİYASİ RANTIN PEŞİNDELER

Nasıl, Kozlu’da, sırf gösteriş olsun diye lunapark cayırtılarının arasına yapılan “Kubbet-üs Sahra”nın kötünün de kötüsü kopyası, kutsal mabede yapılmış bir saygısızlıksa, dini siyasete alet edip, dünyevi iktidarlarını kurmak isteyenler de, dine en büyük zararı veriyor aslında… Kozlu Belediyesinin adı bin türlü olumsuzlukla anılan başkanı Kerim Yılmaz, tam karşısına, bir de Mescid-i Aksa’nın kopyasını yapacakmış şimdi de… Kentin o noktasında yeni bir ibadethaneye ihtiyaç var mı, planlarda yer almış mı sorularıyla hiç ilgilenmezken, din kadar kente de yazık ediyor…

 

Kozlu’ya yapılan Kubbet-üs Sahra kopyası, yeri kadar kötü işçiliğiyle de ulu mabede gölge düşürüyor... Onu binlerce yıl önce Kudüs’e yapanlar ilahi bir aşkla çattı kubbesini… Altın plakaları pürüzsüz güzellikle yerine koyarken kılavuzları Tanrı sevgisiydi… Binlerce yıl sonra, en gelişkin teknolojiyle kopyasını yapanlar yamuk, yumuk bir çatı çıkardı ortaya… Daracık yerde, soluksuz kalmasında hiçbir beis görmedi… İlahi aşkın değil, maddi ve siyasi rantın peşindeydi çünkü… Mabetlere gönül değil de başka gözlerle bakan din bezirganları bunları göremezdi elbette…

 

NOT: Dün CHP Merkez İlçe Başkanlığı seçimi vardı. İzlemeye dahi gitmedim. Kongrenin yapıldığı Memurlar Lokali denen yer, bir kent suçu olarak yükseldi çünkü… Benimle aynı duyguyu paylaşıp genel kurula katılmayan başta belediye meclis üyeleri olmak üzere tüm CHP üyelerine teşekkür ediyor, alınlarından öpüyorum.