ÖMÜR
Hiç bitmeyecek, tükenmeyecek kadar uzun zaman var sanıyor insanoğlu önünde. Ah keşke öyle olsa, keşke doya doya yaşansa ve hiç gidilmese sevdiklerinden, sevildiklerinden. Bazen garip bir duygu kaplıyor yüreğimi, ölüm kuşatıyor dört bir yandan sanki, anlamını yitiriyor yaşamak. Damlaya damlaya dolan birikimlerin aksine, damlaya damlaya bitecek olana esir olduğumuzu düşündüğümde, kopuyor yaşamla aramdaki bağlar. Hayal kırıklıkları vuruyor yüreğime, dondurucu esintisinde. Gençlik denilen o zaman dilimi öylesine çabuk geçiyor ki, kanmaya müsait olduğun en tehlikeli zaman dilimi geriye düştüğünde, yüzleşmeye başlıyorsun kendinle. Başında esen kavak yellerinin şehvetiyle, göremiyor gözünün içine kadar giren kayıp zaman gerçeğini. İşte o şehvetin ılık esen meltemine öyle bir kaptırıyorsun ki kendini, bir oyana bir buyana savrula savrula SON çizgiye geldiğinde ve elbette iş işten geçtiğinde ayılıyor insanoğlu. Hayat takviminin sararan yaprakları yere düştüğünde bitiyor ömür. Başka türlüsü yok yaşamanın, sınırlı günler, sınırlı saatler ve sınırlı dakikalar, kısacası sınırlı.
Hayal ettiklerinin gerçekleşme ihtimali her zaman mümkün değil ne yazık ki. Çünkü hayal dünyasının da bir kotası var, sen görmek, inanmak istemesen de, bunu gösteriyor şu kıymet vermediğin zaman. Öyle okkalısından patlatıyor ki tokatını tam da alnının orta yerine, ve yine öyle bir sersemliyorsun ki ayılmamak ne çare. Tutuyor elinden seni ve sürüne sürüne farkında olmadan, çoğunu tükettiğin zamanı gözünün içine sokmak istercesine, en yakın aynanın karşına getiriyor. Ve o çok güvendiğin gençliğinle yüzleştiriyor. Yok… Nerede peki? Aynalara derin derin bakıyorsun, çizgilerine, yüzünün buruşmuş kederli gülümsemesine, saçlarının arasından ışık yakan tellere…
Biraz göbeğine, biraz da son yılların modası bel simitlerine. Dik mi durmuyorsun sen? Boyun kısa gibi sanki, şu ellerinin üstündeki lekeler, onlar sahi güneşin işimi yoksa yaşlılığın iz düşümlerimi.
Çok da yoruluyorsun son günlerde, bir halsizlik miskinlik var ki sorma gitsin. Hemen hemen her gün karar veriyorsun kendini önemsemen gerektiğine, planlar yapıyorsun ertelediğin hayallerini hayata geçirmeye. Bir türlü yaşamayı başaramadığın önceliklerinin sırasını listeliyorsun kalem kalem. Öylesine büyük ki sorunların sana göre, kendini düşünmek hayatı sevinçlerinden yakalamak nerdeyse imkansız. En büyük sorunlar yalnızca sende var sanıyorsun, şikayetlerinin ardı arkası kesilmiyor. Mutlu olmak için ne yaptığını sor kendine. Ne kadar sevdin ne kadar sevildin. Mutfak masası ve buzdolabı ile yaşıyorsun en büyük aşkı, işte kiloların da ondan, pis boğazlı oldun hala kabul etmiyorsun.
Ya o yalnızlık… Pervane gibi dönüp duran yalnızlık, al işte, oda geldi, kadro tamam şimdi. Yüzleştiğin bunca gerçekten sonra sen hala yarın olsun mu, demeyi düşünüyorsun, yarın olsun!!!
Ya yarın yoksa, yarınlar hiç olmayacaksa, hani elini sımsıcak tutacak birisini bekliyordun ya, işte öyle biride yoksa, bütün uzanan elleri itivermiştin ya geri geri, burnun bir karış havada.
O dikkate almadığın aylar, yıllar tükendi, ister inan ister inanma. Sen yarın doğacak güneşi beklemeyi bıraktığın an yaşamaya başlayacaksın. Beklentilerine kavuşamadığın için üzülmeyi bıraktığın an, sahip olduklarınla kucaklaşacaksın. İşte o an hayat sana göz kırpmaya başlayacak ve sen kendine gülümseyeceksin. Sen yalnızlıkları değil gülümseyen gözleri sevmelisin. Sen geçmeyecek sandığın gençliği değil, yüzüne yakışan çizgileri sevmelisin, sen senin istediklerini beklemeyi değil, seni isteyip gelenleri sevmelisin. Aynada gördüklerini sevmelisin, yüzündeki yaşam izlerini, yüreğine sakladığın gerçek seni çıkarmalısın gün ışığına. Direndiğin sürece bir anlamı var hayatın, ömür dediğin şey emanet sadece, oda ölümden önce...
Şiir:
Yokuş yukarı Yokuş Ama, yine de yukarı
Aksini düşünemezdin
Olanaksızdı anlayacağın
Ya bataklığın içinde geçecekti ömrün yada yokuşta
Şartlar ne kadar acımasızda olsa mecburdun
Bitti mi, gücün
Kimin umurunda
Dizlerin kanadı,
Ciğerlerin soluğundan yırtıldı mı?
Olsun,
Sen yinede yokuş yukarı
Aşağısı bataklık, börtü böcek
Bekliyorsun belki biri el verecek
Bazen sallanmıyor değilsin hani, ha düştün ha düşecek
Akbabalar havada
Sürüngenler karada
Can, yokuşta.
İçselleştiriyorsun hazım, hazım
Öyle ki sokak çıkmaz nafile gerisi
Yukarı en yukarı yokuş! yukarı
Aşağısı börtü böcek
Olmaz böyle tek başına artık bir el gerek
Kapatıyorsun gözlerini duyumsuyorsun
Dikkat kesiliyorsun bir yaprak hışırtısına
Hayal meyal
Dilinde, şeker tadında sesinin türküsü
Yapışıyor dudaklarına, nane çilek ve limoni
Keyfi kaçıyor gökyüzünün
Bu kadarda yakından görmüşken birbirini
Esiyor rüzğar ıhlamur gibi
Bir yudumda şifa diyorsun ve bir solukta ölüm
Sade bir kahvesin telvesiz, susuz, sade:
Kapanıyor fincan, görmüyor bilmiyorsun
Adın yok ki: cismin, ismin
Sallıyorsun okkalısından orta yerine
Duymuyor ki kimse, nafile
Yokuş yukarıydı umut, yokuştaydı umut
İş işten geçmiş
imanında gevremiş Hal böyleyken
Marifet mi şimdi Ölmek ve ışıklı sönmek…