Şimdi hangi cümle kurulumu alır da sorumluluğu, benim şu eksik yanımı dillendirir bilemiyorum. Hangi harf dizgisi gönüllü olur meramımı anlatmaya ya da yeterli gelir mi onu da bilemiyorum, düştüm yola yine kendimle. Koskoca kadın oldum hatta daha da fazlası ama hala kendimi küçük bir kız çocuğu gibi hissediyorum, üstelik öksüz, yetim,  bir kız çocuğu.
Nedir benim baba sevgisizliğinden çektiğim, nedir onanmaz yaralarım benim.
Beni tanıyanlar yakın çevrem, yine aynı şeyi söyleyecektir bu satırları okurken “seninde babanla hesaplaşmaların bitmedi gitti”.
Bunun adı hesaplaşmamı, iç döküş mü, özlem mi bakın onu da bilmiyorum. Amma velâkin bildiğim en gerçek, en somut şey, eksik olduğum ve hiçbir zaman da tamamlanamayacak olduğum.
Sevgi öğrenebilir bir şey midir, yoksa içinden mi gelir insanın bu sorunun cevabını aradım yıllarca ve sonunda da hem öğrenilebilir, hem de içinden gelir olduğuna kanaat getirdim. Ben sevgiyi çevremde gördüğüm gözlemlediğim annelerden babalardan öğrendim, inanın öyle öğrendim ve hiç de zararlı bir şey olmadığını öğrendim, hatta karşılıklı olursa çok da fayda sağladığını öğrendim insan ruhuna.
Kategorize ettim sevgileri zaman içinde, ayrıştırdım birbirinden ama özü hiç değişmedi sınırsız ve bolca sundum, hissettirebildiğim kadarıyla hissettirmeye çalıştım.
Sanırım bir tek baba sevgisinin yeri dolmadı ve yine sanıyorum ki artık imkânsız dolmayacak.
Saçlarım çocukluğumdan beri cılızdı benim, seyrek, ince telli, zayıf. Dört beş yaşına kadarki zamanda sarı cılız saçlı bir kız çocuğu olduğumu, fotoğraflar sayesinde biliyorum. Ne alaka şimdi sarı saç demeyin, durun biraz. Ben cılız, seyrek ve zayıf kısmına takıntılıyım çünkü sebebini yıllar sonra anladığım.
Bu yazımda muhatabım öncelikler babalar ve baba sevgisine (AÇ)  çocuklar.  Benim açlığımı en çok saçlarım anlatıyor bana. Dedim ya koca kadın oldum ve daha fazlası,  hatırlamıyorum ne yanağıma konan bir öpücük, nede saçlarımı okşayan bir el babam tarafından. Saçlarımı diyorum, babam okşasaydı şefkatiyle, güçlenecek ve tutunacaktı hayata, yıkılmayacaktı öyle en ufak rüzgârda,  savrulmayacaktı yerden yere. Gür saçlı bir kadın olabilecektim dimdik duran bükülmeyen. Sadece saçlarım değildi  cılız olan.
Her zaman ürkek ve tedirgin sokuldum hayatın koynuna, olması gerektiği kadar değil çok daha fazlasında. Bunun sebebi sanırım saçlarım kadar cılız olan güvensizliğimdi.
 Hatırlamıyorum nasıl bir şeydir o, nasıl kokar bir baba, nasıl sırtını yaslar bir evlat babasına ve nasıl eksiği giderilir baba sevgisinin.
Hatırladıklarım,  unutamadıklarım,  işte onlar öldürüyor içimdeki o cılız saçlı çocuğun hayallerini, yarınlarını. Bir yanımda ölü bir çocuk, diğer yanımda hayata tutunmaya çalışan ve yaşamak isteyen bir başka çocuk.
İşte bu eksik yanlarımın kendimle yüzleşmesi yüzünden bu kadar kırgınım hayata, yaşama ve elbette babama.
Ne kadar acı bir eksiliştir ki bu, insan sevgiden eksildiğinde, sevgisizlik kendiliğinden büyür ve kaplar her yeri. Burnunuzun ucunda tüten bir kokunun peşine düşersiniz mecburi, babanıza benzeyen kim varsa soluk soluk koklarsınız, ararsınız, nasıl bir kokudur bu, nasıl bulunur ki.
 İmkânsızmış…
Siz bakmayın şimdi sevgi bende ganimet dediğime, eksik olduğum yerden var olandan azalıyor her yokluğunu hissettiğimde.
Genellikle iç hesaplaşmaların ışığında tüketiyorum zamanı. Bu kuşaktan kuşağa geçen öğretiler var ya sanal yüklemeler, otorite safsataları, hepsi hepsinin canı cehenneme.  Onları toplayıp bir çukura doldurmak ve sonra da bir kibritle yakmak gerekiyor. Başka çocukların saçları cılız olmasın diye, düşmesin sevgisizlikten hiçbir çocuk yere ve sırtını yaslayabileceği güvenebileceği biri olsun diye öğrenilsin sevmek, öğrenilsin ki durabilsin çocuklar ayakta dimdik, aramasın baba kokusunu onda, bunda, şunda.
Konu uzar gider de bende mecal kalmadı bir kez daha…
 

BABAMA
 
Bir kasımdı yola çıktığımda.
Hani ortasını biraz da geçer gibiydi zaman.
           Yürümeyi marifet saymışım
Çocukça aklımla.
Daha ilk adımlarımda
Nasıl sendelemeye başladımsa
İşte o gün bu gündür
Takılır ayaklarım karaçalılara.
Korkarım düşmekten ama
Yolum da var yürümem gereken.
Bilirim.
Kızgınlıklarım,
Dargınlıklarım olsa da
Şuursuzluğuma verir yaradan
Onu da bilirim.
Acımadan, kanamadan
İyileşmez hiçbir yara babam!
Lakin acılarım, yaralarım,
Senden olmasaydı.
Komazdı öyle.
Vallahi de komazdı,
           Billahi de komazdı    
           Sebepsiz kırardın kafamı.
           Bahanelerin yoktu hiçbir zaman
           Babam!
Sen yine de arar dururdun.
En çok ta
Yüzüme patlatırdın tokadını,
Kıçıma  vururdun tekmeni.
Ben Allah’a sığınıp
Yıkardım gözyaşımla  acılarımı.
Biliyor musun?
Yıkanırdı da babam!
Sen ağzına koyduğun her zehrin
Esiri olurdun ya hani,
Dolaşırdın köyün sokaklarında
Korkusuzca!
Ayakların dolana dolana
Naralar atardın,
Sövüp gözdağı verirdin
Başlarına bela olmaman için
Işıklarını yakmayan komşularımıza.
Ben yüreği serçe kuşunun çırpınışına eş,
Düştüğün yerden kaldırırdım seni.
Patlatırdın işte o an suratıma,
“Senin baban düşmez.” derdin.
Düşerdin be babam!
Hani o incir ağacının dibine
Kusardın ya böğüre böğüre.
Ben kimseler görmesin diye
Çeşmeye takılı hortumla yıkardım
Gecenin bir yarısı.
Anam da bıkmıştı senden,
Diğer dört çocuğun da.
Ben hep yanında,
Ben hep arkanda babam!
Sonra sıralardın bizi
Boyumuza göre,
Gücün yettiğince vururdun
           Acımasızca.
İşkencelere varan kıyımların olurdu.
En çok da anama!..
Ben ergenliğimi
Dayak yediğim anlarda,
Altıma kaçırdığım korkularımda hatırlarım.
Ne acı, ne utanç verici.
Değil mi baba?!
Sevgiyi, aşkı
Sinema filmlerinde gördüm çok sonra.
Hani sen beni
Meyhanede vermiştin ya kocaya!
Kaçan kurtulur hesabını yapabilmiştim yalnızca
Suskunluğumla.
Şimdi bunları ne diye mi anlatıyorum?
Bir kasımdı yola çıktığımda.
Uzun bir yola çıkmıştım.
Yanılmışım.
Uzun değilmiş baba!
Acılarım var ya
Bir de yaralarım,
Yüzümde değil,
Kalbimdeymiş.
Yine bir kasım işte.
İncir ağacını kurtardım sayılır
Sayılmasına da
Çocukluğum yok oldu.
Yok oldu, öldü(n) be baba!
 
 
BABAMA
 
Sana daha öncede şiirler yazdım,
Biliyorsun…
En çok ta,
Öfkemi haykırdım satırlarımda.
Yüzüne söyleyemedim ne varsa,
İşledim nakış nakış,
Kara makaramla.
İğneler yüreğimi  delik deşik ederken,
Düğümlendi her bir satır yazarken.
Her zaman mı öfkeli olurdu babalar?
Hani hastalandığında,
Benim yanımdaydın ya.
Bir gün sokulup bilgisayarımın başına,
Okumuştuk sana yazdığım satırları, baş başa..
Yüzün düşmüştü usulca.
Susmuş ve kalkıp gitmiştin oturma odasına.
Klavyenin üstünde damlalar,
Senin hıçkırık sesinde üşümüştü anılar.
Yanına geldim,
Her zamanki gibi.
Çocuktum işte.
Yüzüme bakmadan konuşuyordun peşi sıra.
Aralara girip,
 ‘ama doğru’
 Diyordum yalnızca.
Sende biliyordun doğru olduklarını,
Yanlışlarını.
Yargılamıyorum,
Sakın yanlış anlama da.
Her zaman mı öfkeli olurdu  babalar?
Değiştin belki yıllar içinde,
Zamanla.
Ben göremedim sevgini, ilgini, yaşadığın anda.
Bir gün bana çok acı bir söz söylemiştin,
Unutmadım unutamadım yıllarca.
Ve hala!
Neydi seni böyle acımasız yapan.
Neydi sana sevgiyi,
Öfkesine vurduran.
Yalnızda değildin ki babam.
Her zaman mı öfkeli olurdu babalar?
Şimdi üzerinde kara toprak,
Başında yosunlu taşlar.
Döküldü birer birer sarı yapraklar.
Kanadı kırık kırık uçuyor kuşlar.
Unutulmadı da yaşananlar acılar.
Her zaman mı öksüz kalırdı çocuklar?
 
 
 
            BABAMA 
 
Bilmem kaç saattir yüzüne bakıyorum
Buğulu gözlerimle.
Sen uyuyorsun ve bihabersin olan bitenden.
Kendi acılarımı süpürdüm kenara.
Yüzündeki haritaya sıfat bulmaya çabalıyorum.
Acılar yol alıyor ırmak misali yanaklarında.
Pişmanlıklarını görüyorum göz çukurlarında.
Kaşların hep çatıktı zaten.
Alnında upuzun gidip gelen yol çizgilerin var.
Zor zamanlarındaki kaçışlarından kalan
Pişmanlıkların…
Ah, o pişmanlıkların!..
Dudak kenarlarında
Sessiz konuşmalarınla nasırlaşmış.
Farkında değilsin ama hâlâ üzüyorsun beni.
Bu defaki en ağır, en acı olan.
Soluğuna ipotek koydu ne yazık ki zaman.
Kalbimin gümbürtüsünün arasına sıkışıyorsun.
Boğuluyorum ve korkuyorum gidivermenden.
Aslında yıllardır,
Bir gün hesaplaşmayı bekliyordum.
Sorularım vardı sayfalarca
Sende cevapları olamayan.
Ne tuhaf, gerek kalmadı bile!
Çünkü sen çözdün dilinin bağlarını.
Ve ifadeni veriyorsun tutanaklı.
Cezan kesilmek üzereyken
Pişmanım,diyorsun.
Öfkem boğazımda tıkalı
Kusmakla yutkunmak arasında gidip geliyorum.
Çaresizliğimle düşüyorum
En büyük uçurumdan.
Korkuyoruz birlikte
Ve sen elimi tutuyorsun küçük bir çocuk gibi.
Ve nihayet! Yaşlarımızda boğuluyor an.
Üstünü kapatıyor merhametim.
Yüzüne bakıyorum son kez buğulu gözlerimle.
Islanıyoruz birlikte.
Ak sakallarında ip atlayan çocukluğuma
Ağlıyor zaman.
 
“Gidenlerden olmaman için
Ölüyorum senin yerine.”
 
SADECE BABAMA