Sancaktaroğlu Şems-i Ethem Efendi

 

Zail olmaya yüz tutan batılın sözcülüğünü üstlenen, riya, kibir, haset, hırs ile kalplerini kör eden, saplandığı münkerat batağında debelenen kara yüzler, adıyla istihza etme gafletine düşse de, “Şems Ethem” namıyla maruf, Sancaktaroğlu Ethem Efendi isimli kutlu bir şahsiyet yaşıyor ülkede…

Bu ulu insandan söz edeceğim sizlere...  Her çirkinde bir güzellik, her kötülükte bir iyilik bulan, günümüzün benlik ve menfaat duygularıyla kirlenmiş dünyasından sıyrılıp büyük bir letafet, nezahet ve nezaketle mana alemine dalmış hak aşığını dilimin döndüğünce anlatmaya çalışacağım…

Gerçi, ne kadar yazarsam yazayım, dile getireceklerim onun diğerkâmlığının, ulviyetinin, alemlerin tüm bilgisini hıfzeden alimliğinin karşısında ummandaki katre kadar olacak ama deneyeceğim yine de…

Cenabı hakkın yüce keremi, büyük lütfü ve ihsanı olarak başımıza geçen ulu hakanımıza duyduğu ilahi aşkı bulduğu her fırsatta terennüm eden münevver zatı anlatmaya benim, aklım, kalemim, kelime hazinem yetmez gerçi… Yine de mazur görün ne olur… Cesaretim cehaletten geliyor ne de olsa…

Öyle ya kolay değil modern zamanlarda ilahi aşka tutulmak…

Tefekkür edip, od’unda yanmak için kendini kapatacak çilehaneler, kapı kapı dolaşıp postuna diz çökülecek tekkeler mi kaldı zamanede?

Bu yüzden divane aşık gibi figan edip kendini yollara vurmadı o da…

Ne güzel ki, kalbindeki sevgiye yüce şah da muhabbetle mukabele eyledi, 2001 yılına kadar ilaç pazarlama işiyle iştigal eden hallice bir şirketin sahibiyken, maşukunun devri iktidarında, otomotivden medyaya, hayvancılıktan sağlığa kadar pek çok sektörde verdiği hizmetlerle ülkenin en varsılları arasına katıldı…

 

AŞK ELİNDEN AVARE OLACAK DEĞİLDİ YA

Gönül aşk-ı ilahiyle dolunca naz, niyaz, hicran, vuslat, makam, mevki gibi beşeri zaaflara zinhar düşmez insan…

O zaaflara düşmek, bizcileyin, hizmete talip olamamış, nefsine, heveslerine, şehvetine hakim olamamış, nefsani ve süfli duygularla hayatın akışına kendini kaptırmış, himmete muhtaç, şefkate aç biçarelere özgüdür…

O da hiç nazlanmadan nilenyumun Şems’i olarak kadim-i ezelden, ebedi sonsuzluğa doğru yürüdü sufice…

Bu yolda miskin Yunus gibi “aşk elinden avare” olacak değildi ya,  tam da yaşadığı asrın şeraitine haiz olarak bir sektörden diğerine koştu büyük bir baht açıklığıyla…

Dünyaya güzel baktığı için hep güzelliklerle mukabele olundu, önündeki maniler bir bir kaldırıldı ve sınırsız varsıllığa doğru azgın seller gibi coştu böylece…

İlahi aşka giriftar olan kimsenin maşuk-ı hakiki’den başka hiçbir şeyi gözü görmez ya, emin olun Şems-i Sancaktaroğlu’nun da öyleydi…

Kapısına yüz sürmeyi, divanında hizmetkâr durmayı hayatının en büyük saadeti saydığı kutlu hünkarından başka bir şeyi bakmadı gözü onun da…

İçine gark olduğu sevgi iklimini yedi cihana duyurmak için zor duruma düşen tüm gazete ve televizyonları satın aldı; her ne kadar bencileyin tamahkârlar yeis ile söz etse de ateşine yandığı derdi dünya aleme ilan etmek için yeni gazete ve televizyonlar açtı usanmadan…

Oralarda yayımlanan yazılar, dile getirilen görüşlerle sadra şifalar yaydı…

 

CİHANŞÜMUL BİR YAKARIŞ

Hele ki “Bu adam size ne yaptı?” başlıklı muhteşem kasideyle de hizmetlerinin şahikasına uzandı…

Haşa huzurdan, o büyük münci’den “adam” diye söz etme gafletine düşse de, tarih, bu küçük kusuru, eser-i muazzamaya bakarak hoş görecektir elbette…

Karneyle ekmek dağıtılan eski zamanlardan, evveldeki yağ, tüp kuyruklarına; asit ve dumandan nefes alınmayan şehirlerden, fareli, böcekli hastanelere kadar beşere yapılan bütün zulmün suale çekildiği o manzum eser, Tanrı Dağı kadar Türk, Hıra Dağı kadar Müslüman milletimiz için kutlu bir vedia olduğu kadar Mağrip’ten Maşrık’a kadar etkisini gösterecek cihanşümul bir yakarıştı da…

Bu yakarış, evladı ölmüş anaları meydanlarda yuhalatan, yüzüne bakmaya doyamadığı yavrusunu toprağa veren babanın acılı haykırışlarını karaktersizlikle itham eden kara vicdanlı yöneticilerde karşılığını bulamazdı elbette…

Maddi alemin “Sıfırla oğlum, peki babacım” sahtekarlarını, “Gerekirse gönderirim karşıya dört adam, fırlattırırım buraya sekiz füze” madrabazlarını,  “Ne istediler de vermedik” işgüzarlarını, altın kaplamalı, bin odalı, muhkem kaşaneleri kendine mesken tutmuş açgözlüleri de etkileyemezdi kesinlikle…

Varsılı daha varsıl, yoksulu daha yoksul yapan politikalarla, tebaasının büyük çoğunluğu asgari ücretli açlığa mahkûm eden, toplu ölümleri fıtrata bağlayıp en küçük bir mesuliyet duymayan tiranlar gibi onların da gönül gözleri çoktan kapanmıştı çünkü…

Ama ne gam… Tutulduğu ilahi aşka bir de hizmet aşkını ekleyen kutlu şahsiyet, kazanılacak yeni ihaleler, yazılacak nat-ı şerifler peşinde şimdilerde…

Ey Sancaktaroğlu Şemsi Ethem, “Tanrı böylesi bir ilahi aşkı herkese nasip etsin” desem, kime yazık etmiş olurum acaba?