Elimde bitirmeye çalıştığım kitabımla çekildim köşeme, evdeki sessizliğe bir müzik kanalının cılızlığı eşlik ediyordu. Dağılmamak adına, volümünü iyice düşürdüğüm, sohbetler arası melodiler alttan alttan işliyordu içime. Karmakarışık olduğumu çok iyi biliyorum, kafamın içindeki dikenli tellerin arasında, bir boşluk bulup kendimi toparlamak ve satırlara yoğunlaşmak istiyorum. Hanidir sürüncemede kalmış kitabı bitirmeye kararlıyım zira.  Aklımda kalsın bir işe yarasın istiyorum, okumanın anlamı zaten bu değil mi öğrenmek, bilgilenmek.
Bir kaç sayfayı yeniden başa dönerek tekrarlıyorum, giremiyorum satırların içine o kafamın içinde yumak olmuş teller, uçlarındaki sivriliklerini acımasızca batırsa da beyin hücrelerime, direniyorum. Müziğin içeriğine göre dalıp gidiyorum eskilere, yenilere yaşanmışlıklara. Bas düğmesine kapat diyorum, mademki seni yokluyor hüzün, ne mümkün, besin kaynağını (!) yok eder mi insan? Yapamıyorum.
Gündem her zamanki gibi can sıkıcılığını koruyor, olaylara insanlara içinde bulunduğumuz lanetli günlere göndermeler yapıyor spiker dokunabildiği konuşabildiği kadarıyla, ağızdan çıkacak her sözün üzerinde ipotek var henüz kaldırılma ihtimalinin olmadığı. Derken yumuşatıyor sözlerini ve belki bir kaçış, belki korku bağlıyor müziğe sözü, en iyi müzik anlatır diyor  “eledim eledim hölük eledim” türküsünde içim ağlıyor sessizce, doğru söylüyor en iyi müzik anlatıyor.
Birbiri ardına gidiyor canlar, çaresizlik esir alıyor her bir beyni, ölüyoruz. Sanki diyorum dünyanın derdi bir benim başımda mı, daha geniş bir perspektiften baktığımda, bakabildiğinde değişiyor öncelikler, amma velâkin elimden hiçbir şey gelmiyor. Suçluluk duygusunun içimi acıtan çaresizliğiyle dalıyorum aklın yolu, hani birdi, söylemlerine.
Niye anneler ağlıyor, ağlatılıyor diyorum, nedir bu gareziniz?
Çok şeyler söylemek istiyorum, çok şeyler yazmak istiyorum, siyasetin, sanatın, insani ahlakın hiç bu kadar kendine kıydığı olmuş mudur diyorum. Küçücük algımla gözümün önüne geliyor tarih sayfalarına düşen kıyımlar, sözüm ona kazanılmış zannedilen savaşlar ve yalandan üstü cilalanan barış senaryoları, gösterileri. Hepimiz kavgalıyız insanlıkla, kin besliyoruz içten içe, sevmiyoruz katiyen birbirimizi ve aklın yolu bölünüyor tali yollar gibi.
Aktivist   olabilme cesareti gösteremedim hiçbir zaman, ne zaman direnmek için başımı kaldırsam, işte o an en yakınımda kim varsa kafamı kuma gömdü, korkuttu sindirdi. Düzensiz düzende ben yukarı bakabilmenin yollarını aradım durdum zaman içinde. Cesaretsizliğime isyan ettim cehaletime birde. İşte bu anlarda genel bir değerlendirme yapma ihtiyacı hissettim, çevremde olana bitene hafızamın rehberliğinde bir tur gezinti yaptım. Birkaç yönden esen fikir fakirlerinin kendilerini bulmak için çizgiyi ihlal ettiğini hatırladım.
Katılımcı olduklarıyla övünen, direniş ruhunu elinde tutan ve yahut tuttuğunu zannedenlerin birbirine dolanmış çaresizliklerini gördüm ve bir kez daha sindim. Rotalarından şaşanları ve buna kendilerince anlam yüklemeye çalıştıklarını gördüm.  Aklın yolu birdi oysa,  akıl yoldan çıkmıştı oysa, ben mi anlayamıyorum dedim, malum uzağım direniş ruhundan, çünkü korkularım beni baskılar sonucunda içime sakladı.
Bir hamle yapabilsem, bu böyle değil aslında bu şöyle diyebilsem, kim dikkate alacak ya da kim üzerinde düşünecek. Susmayı bulaşmamayı tercih ettim haliyle ama bildiğimden de şaşmadım, yol yön değiştirmek bu anlarda ihanetti kendime öğrettiklerime.
Elimdeki kitabın sayfalarından kopalı hayli zaman olmuştu ki benim aklım dağıldı dört bir yana. Cam kırıkları gibi her yandan kuşatılmış hüzün duvarlarımla savaştığımı fark ettiğimdeyse artık çok geçti.
Ben kendimdeki eksiklerimi tahlil edip dururken, içimde savaşırken, hayatın gövde gösterisi devam ediyordu bir yandan. Şarkı aralarında bir bilgi yarışmasında verilen kopyalar gibi, şifreler üzerinden konuşan, haberdar etmeye çalışan spikerin telaşına kulak kabarttım, sadece ben değildim korkan sinen sindirilen.
Sessizlikten korkarım çocukluğumdan beri, çoktur bir ses bir soluk olması anlamında, kulağımda sabahladığım bana eşlik eden, radyo TV sesleri, onlar benim yalnızlığıma yoldaş.Ve dolayısıyla ne atlatmaya ne söylemeye çalıştığını anlıyorum, uzak diyarlarda aslında yakın olmamız gerektiğini ince ince anlatan spikere içim ısınıyor. Ah keşke diyorum, keşke birlik olabilsek ve hiç ağlamasa analar babalar kadınlar çocuklar. 
Haber kanallarının ipotek altına alınan söz söyleme haklarının arasında kaybolmamak adına özetlerini dinler kaçarım, çünkü sınırları çizilmiş özgürlüğün, özgürlük olmadığını bilirim “bazı anlarda, bazı durumlarda”. Yeryüzünde insanlık adına her saniye utanç verici gelişmeler olurken neresinden tutulacakta hayat, aydınlığa, sevgiye saygıya varılacak, bilinmeyen denklemler gibi sadece düşünür olduk, farkındayım, icraatı henüz yok.
Güya ben kendimi belli bir noktaya konsantre  edip bitirecektim yarım kalmış bir işi. Aklım tamamen dağıldı, koptu hayat bağlanmaya çalıştığım yerden yeniden.
İşe kendimden başlayıp, kafamı gömdükleri yerden çıkarma çabamla, kıyısından köşesinden kendime kararlı yol çizebilmek adına güç topluyorum kitaplardan, yaşanmışlıklardan. Duygusal ağırlıklı kitapların arasına, öğretici, aydınlatıcı seçimler yaparak, kendimi bilgilendirmeye çalışa durayım, tamda bu esnada dalıp gitti gözlerim, kulağıma nokta atışı yapan tınılara.
Yaşama tutunmanın bir başka yolu bende, insani duyguların ağırlığınca baki. Hadi bakalım ben ne katabilirim ne yapılabilir üzerinde, geç kalınmışlığın öğretilerini araya durayım, kayıyor elimden kitap.
Musa Eroğlu “seher vakti çaldım yârin kapısını” diyor. Pür dikkat kesiliyorum, zira yıllar öncesinden tanıdık, aileden bir türkü. İşini en iyi yapanların içinize işleyen, ruhunuzu bölük pörçük eden gerçekliğinde, sular seller boşalıyor gözlerimden, babam düşüyor kirpiklerimden. Ne çok severdi bu türküyü diyorum, kardeşime Seher ismini koyacak kadar…. Karmakarışık bir beyin savaşından yine duygularıma yenilmiş olarak çıkıyorum, yine kaybediyorum. Bırakıyorum kitapları okumayı, kendi alfabemle kendimi okutuyor zaman. İflah olmayan bir sevgisizliğin acısıyla ortada kaldığımı fark ediyorum yeniden ve kim bilir kaçıncı defa. Direnişim direnemeyen tarafıma yeniliyor ve ben bir kez daha başımı kuma gömüyorum.