Yerel seçimlerin çok yaklaştığı, cumhurbaşkanlığı seçiminin ve milletvekili genel seçimlerinin ülke gündemine girmeye başladığı, dolayısıyla politikanın yine alabildiğine kızıştığı şu günlerde, her parti diğerlerinin ne kadar kötü olduğunu ve kendisinin ülkeyi nasıl da güzel yöneteceğini söylüyor.

Ben bu masalları 60 yıldır dinliyorum. Bu 60 yılda birçok iktidar geldi geçti ama ben pek bir şeyin değiştiğini de göremedim. Ülke benim çocukluk yıllarımda da kötü yönetiliyordu, hâlâ da kötü yönetiliyor. Hatta gelenlerin gidenleri arattığına bile çok şahit oldum.

Ben sokaktaki sade bir vatandaşken kendimi güvende hissediyordum. Sanıyordum ki yukarıda bizi yönetenler akıllı, adil ve dürüsttürler. Fakat bürokraside yükselmeye başlayıp genel müdürlük ve başbakanlık müşavirliği gibi görevlerde bulunduğum sıralarda, yani bizi yönetenleri daha yakından tanımaya başladıkça ben de bir nevi yükseklik korkusu oluşmaya başladı. ‘”Eyvah, bizi kimler yönetiyormuş!” demeye başladım.

Siyasi partilerin iktidara gelebilmek için birbirlerini yemelerinin nedenini ülkeye hizmet aşkı olmadığını, bunun zahiri neden olduğunu, asıl nedenin ise “devlet rantından pay kapma amacı’’ olduğunu gördükçe üzüldüm. Yurt dışına yapmış olduğum birçok ziyaretten sonra anladım ki demokrasi bir rejim işi değil, kültür işidir. Demokrasi ve insan haklarının zirvede olduğu İskandinav ülkelerinin Hollanda, Danimarka ve İngiltere gibi ülkelerin krallıkla idare edildiğini ama demokrasinin yerlerde süründüğü İran ve Kongo gibi ülkelerin cumhuriyetle idare edildiğini hatırlatırsam bunu daha iyi anlayabilirsiniz.

Kısacası, kültürsüz bir topluma istediğiniz rejimi getirin, demokrasiyi getirmiş olamazsınız. Ancak bir takım art niyetli kişiler halkın cehaletini sömürerek kendi çıkar düzenlerini kurarlar ve bunu da demokrasi diye yutturmaya çalışırlar.

Peki, ülkemizin daha iyi yönetilmesi ve tam demokrasinin işletilmesi için çözüm nedir? Bu sorunun cevabını kalite felsefesindeki şu cümlede bulabilirsiniz: “Kaliteli işler kaliteli insanlardan çıkar, kalitesiz insanlardan kaliteli işler beklemek aptallıktır!’’

Peki, kaliteli insan kriterleri nelerdir? Eğitim, çalışkanlık, akıl, zeka veya daha bir çok kriter sayılabilir ama en önemlisi dürüstlüktür. Bu demektir ki kaliteli bir insan yalan söylemeyecek, çifte standartlı olmayacak, güvenilir olacak, hak ve adaletten ayrılmayacaktır. Yani dürüst olmayan bir insan istediği kadar diğer kriterlere sahip olsun, Kaliteli insan sayılamaz.

Şimdi sorum şu: Bu vasıfları taşıyan kaç tane siyasetçi tanıyorsunuz? Pek fazla tanıdığınızı sanmıyorum. O zaman biz kalite felsefesine göre, aptal mıyız ki kalitesiz insanlardan kaliteli işler bekliyoruz?

Hayır, aptal olduğumuzu düşünmüyorum. En azından çoğunluğumuz aptal değil! O halde sorun ne? Sorun düzende, yani sistemde! Öyle bir düzen kurulmuş ki bu düzen dürüst insanların politikada yükselmesine izin vermiyor. Ben buna “negatif seleksiyon’’  yani “tersine eleme” diyorum. Çünkü dürüstler eleniyor siyaset cambazları elek üstünde kalıyor.

Sistemle ilgili diğer bir sorun: Parlamento’da temsilde adalet var mı? Ülke nüfusunun yüzde doksanını işçi, köylü, memur ve küçük esnaf oluştururken bu kesimlerin mecliste kaç temsilcisi var acaba? Eğer temsilcileri yok mertebesinde ise o zaman bu kesimler bu parlamentodan ne bekleyebilir?

Kısacası, eğer iyi yönetilmek ve bunu hak etmek istiyorsak, vatandaş olarak önce biz de dürüst olalım ve dürüst insanları seçmeye çalışalım. Bu aslında zor bir şey değildir. Bunun için, tepkisiz toplum olmayı bırakıp lider sultasına karşı çıkalım ve aynı zamanda özgür hareket edebilen, milletvekillerini halkın seçmesi ve seçim barajının kaldırılması hususunda her şekilde ve her zeminde tepki koyalım. Emin olun kısa zamanda sonuç alınmaya başlanacağını hayretle göreceksiniz. Çünkü biliyorum ki liderler ve kadroları toplumun tepkisinden çok çekinirler.

Yazıyı bir fıkra ile bitirmek istiyorum. Ama bu sadece bir fıkra, kimse üzerine alınmasın.

Vaktin birinde bir semerci varmış. Yaptığı kötü semerler eşekleri yara bere içinde bırakırmış. Bundan şikayetçi olan eşekler bir gün toplanıp konuyu tartışmışlar ve çare olarak da semercinin ölmesi için dua etmeye karar vermişler. Semerci ölmüş ama yeni gelen semerci daha kötü semerler yapmaya başlayınca, eşekler bunun da ölmesi için dua etmişler. O da ölmüş ve bu böyle sürüp giderken her gelen semerci eskisinden beter çıkmış.

Bir gün yine eşekler son semercinin de ölmesi için dua etmek üzere toplandıklarında, içlerinden akıllı biri şöyle bir laf etmiş: “Kardeşler biz her seferinde semercinin ölmesi için dua ediyoruz ama yeni gelen daha beter çıkıyor. O zaman biz semercinin ölmesi için değil de, eşeklikten kurtulmak için dua etsek ya!”

Ha, son bir özlü söz daha, “Semerin ölçüsü alınırken eşeğin fikri sorulmazmış!’’