Son dönemlerde ruh halim iyi değil gerçekten. Bu yazılarıma da yansıyor zaten. Ancak soluk payı sayılacak güzellikler de var yaşamımın içinde… İçeriği ne olursa olsun okuduğum bir kitap, dinlediğim bir müzik, izlediğim bir film içimde her zaman çiçekler açtırır örneğin. Kitaplar dolusu şiirin içinde bir dize alır başka dünyalara getirir beni. Sabahları belediye otobüsüne yetişmek için koşarken, kuşlara yem atan bir insanı gördüğümde taptaze bir başlangıç yaparım güne. Herhangi bir insanda gördüğüm şefkatin en küçük pırıltısı, gözümde bir yaşa dönüşür hemen… Birbirine sevgiyle bakan insanlar, neşeli yüzler, içimdeki kasveti alıp götürür… Küçük şeylerden büyük mutluluklar devşiririm… Başka türlü dengemi sağlayıp ayakta kalmam da mümkün değil ayrıca…

Geçen akşam Bülent Ecevit Üniversitesinde Gülsin Onay, Erkin Onay konserindeydim… Anne- oğul ruhlarımızı, şu her yanından ilkellik sızan yerden aldı, bir başka dünyaya taşıdı o gece… Gülsin Onay’ın piyanoda gezinen mucize parmaklarından çıkan sesler kâh pürüzsüz maviliklerin dingin sularında dolaştırdı bizi, kâh uçsuz bucaksız yaylaların bin çiçekli renklerinde… Bir ışık seli olarak ruhumuza dolan melodilerle yıkadık içimizio akşam;dünyanın kirinden pasından bir parça da olsa arındık… Kemanın alçalıp yükselen sesiyle birlikte Everest’ten de yüksek tepelere çıkıp, oralardan baktık dünyaya… Ay ışığının gümüşe boyadığı denizin ölgün sularında yüzdük hep birlikte… Dalgaların insana kimi zaman ürkü veren öfkeli sesinikaybeden sular, armonik bir bütünlüklevuruyordu sahile…

GÜLSİN ONAY BÜYÜSÜ, NAZIM ALPMAN NEZAKETİ

Zonguldak için son zamanlarda yapılmış en değerli yatırım olan Sezai Karakoç Kültür Merkezinden, bambaşka huzurla daldık şehrin karanlığına. 600 kişilik salonun iğne atsan yere düşmeyecek doluluğu apayrı bir keyifti benim için. Hele ki her biri, bir başka güzellikle gülümseyen üniversiteli gençlerinorada bulunması, bir parça da olsa umudumu artırdı… Biliyordum ki Gülsin Onay dinleyen bir kişi kötülükler toplumunun bir üyesi olamaz asla... Estetik duygusu gelişir ve inceliklerin insanı olarak huzur verir yaşadığı çevreye… Üniversiteyi muhafazakâr kültürün kalesi yaptığı gerekçesiyle sıkça eleştirdiğim Rektör Mahmut Özer’e iki kez teşekkür borcum oldu bu kez. Birincisi böyle bir salonu kente kazandırdığı, ikincisi de Gülsim Onay, Erkin Onay gibi dünya çapında iki değerle bizi buluşturduğu için…

 

Gülsin Onay’ın büyüsünde çıkıp Nazım Alman nezaketi ile buluşmak da bambaşka keyifti. Çağdaş Gazeteciler Derneği Zonguldak Şubesinin konuğu olarak şehrimizde bulunan Nazım ağabey, uzun yıllar Milliyet’te görev yapmış iyi bir gazetecidir en başta. Yazarlık serüvenini BirGün’desürdürüyor, keyifle okuyorum yazılarını. Ülkenin en önemli belgesel kanalı olan İztv’de pek çok önemli yapıma imza atmış başarılı bir belgeselci de aynı zamanda… Tüm bunların ötesinde eskilerin “İstanbul beyefendisi” dedikleri türden inceliklerin, alçak gönlün insanıdır. Gittiği yerlerde kendini Zonguldaklı olarak tanıtacak kadar da bizden biridir. Vefalıdır, her geldiğinde tüm dostlarını arar mutlaka… Bilgedir, onunla sohbet etmek, müthiş eğlencelidir bu yüzden.

YAŞAR MİRAÇ’IN ENGİN GÖNLÜ

Maden Mühendisleri Odasındaki söyleşide medyanın içinde bulunduğu durum hakkında, içeriden biri olarak son derece önemli şeyler söyledi Nazım ağabey. Medyanın kirlenme sürecini tane tane seçtiği kelimelerle, seminer verir gibi anlattı salondakilere… Gazeteciler Cemiyetine bile üye olmayan Ertuğrul Özkök’ün TÜSİAD’a üye olmasındaki çarpıklığa da vurgu yaptı, AKP sürecinde ortaya çıkan havuz medyası denen ahlaksızlığa da… “Ahlak Islatan” kitabını inci gibi yazısıyla imzalarken, uzun uzun sohbet etti herkesle… İmzalan her kitabın, aynı zamanda bir içsel buluşmanın, yeni bir dostluğun başlangıç kapısı olduğunu iyi biliyordu çünkü… Geldiğimiz noktayı, “Akıllıyız diye ortaya çıkanlar, delileri aratacak bir yönetim biçimi ortaya koyuyor” şeklinde açıklarken, “Memleket sirk çadırına dönüştü” şeklinde sıkça kurduğum cümleler geldi aklıma da, aynı frekansta buluşmuş olmaktan mutlu oldum.                                                   

Yazıyı gazeteye teslim ettikten sonra Yaşar Miraç’la buluşacağız. İlk gençlik yıllarımın önemli şairlerinden biridir Miraç. “Sanat Emeği” dergisinde sıkça görüyordum şiirlerini… Daha sonra “Yeni Türkü” adlı bir yayınevi kurdu. Pek çok şiiri bestelendi. “Yeni Türkü” müzik grubuna adını da, ruhunu daverdi. Bu boşuna değildi elbette. Yaşar Miraç’ın şiiri halk şiirimizden derinden etkilenen, onun formunda üretilen bir şiirdir ve türkü olmaya da çok yatkındır çünkü… Kısa, vurucu dizelerle ördüğü şiirleri buram buram insan ve sevgi kokar. Pek çok ödül de almış şairimizin kitabından elde edilecek geliri Soma katliamında yitirilen maden işçilerinin çocuklarına bağışlamış olduğu nasıl bir engin yürek olduğunu da ortaya koyuyor… Gördüğünüz gibi çok keyifli bir hafta sonu geçirdim. Soluk soluğa paylaşılmış soluk payı gibiydi. Şu karanlık günlerdebilseniz nasıl da iyi geldi…