“Kokmuşa tuz arsıza söz neyler ki?”

Gündem dediğimiz şey içinde kendini öne atan ve yüreğe dokunan gelişmelerden meydana geliyor. Önceliği yüreğine en çok ne dokunuyorsa o belirliyor. Ülke gündeminin ağırlığı kadar, yaşadığın yerin sorunlarında da eziliyor ve ağırlaşan yüklerin altında kalıyorsunuz kaçarı yok.Dolayısıyla yaşadığın yerden, sorumlu olduğun yerden bakıyorsun hayata, bunu yadsıyamayız hiç birimiz. Kent olgusunda içinde kendini öne çıkaran sorunlara çözüm arayışı söz konusu olduğunda,tıkanıp kalmak, zavallı hissetmek ağır geliyor doğrusu.

Bakıyorum kentin gündemini oluşturan değerli insanların kalemine, sözüne, tespit edilen ne varsa dönüp dolaşıp buharlaşıyor zamanın içinde. Dile getiriliş, dikkat çekiş, emek veriş, tuzla buz ne yazık ki. Bu kentin yönetimine yönelik yazılan ve çizilen tespit edilen sorunların sütunlardan düşmemesi belli ki yerinde sayıldığına işaret. Yerel yönetimlerin becerisi, beceriksizliği kentin yansıyan yüzünden belli olur, gerçeği zaten bakılan resimde mevcut hali hazırda. Çaba sarf edilse de yeterli olmadığı aşikâr. Sorsanız yeniden inşa edildiğiyle övünür, en iyisi olduklarına kendilerinden sonra vatandaşı da inandırırlar. Görünen köy kılavuz istemezmiş!

 Yani demem o ki…

Öne çıkan tüm sorunların konuşulmaktan öteye gidilemeyen seyrine seyirciyiz cümleden. Kentin fiziki görüntüsü terkedilmişliğin utancı gibi durmuyor mu sizcede.İlçelerdeki çalışmalar, kendini iyileştirmeye çabalayan bir hizmet anlayışı ile mücadele verirken, bizim deremiz denizimin suyunu çalkalıyor sitemkâr bir yılgınlıkla. Sorsan ne oluyor, ne olacak, nedir akıbeti diye ki soruyorlar sütun sütün, pişkinlik diz boyudoğrusu.Termik santral ve çevre kirliliği gerçeği,  hayati meseleye dönüşen, sağlığımızı tehdit eden görüntülerin yerel basında gözler önüne serilmesi ve bu konuda bana mısın demeyen yetkililerin suskunluğu pişkinliği.

Okuduğunuzun, gördüğünüzün, gözlemlediğinizin can yakan gerçeğiyle kalıyorsunuz bir başınıza. Çaresiz miyiz çaresizliğe mi alışıyoruz, yoksa o özlü sözde olduğu üzere “Çare sizsiniz” mi. Çare arayan bir avuç insan, konuya dikkat çekmek için var gücüyle direniyor uzun zamandır. Yarınlarımız için olası ve ne yazık ki kaçınılmaz olan kötü sonu gözümüzün içine sokuyorlar ve ne hikmetse biz üç maymunu sahneden indiremiyoruz bir türlü.

Kendini sahipsiz hissetmenin ne demek olduğunu bu kentte öğreniyorsunuz. İçinize işliyor yalnızlık ve içinize işliyor güvenememek duygusu. Yıllardır bu kentin öksüzlüğünden dem vurur dururum, sahiplenme duygusunun tam manasıyla ne demek olduğunu bilmeyiz örneğin bizler. Tam güveniriz birilerine, düşeriz peşine,sonra daha öncekiler gibi aldıkları verdiklerinin sadakası olur kalırız olduğumuz yerde.Ağzımıza sürülen bir parmak bala tav oluruz ve susar içimize kaçarız.

Ne söylersek söyleyelim ne kadar sorunumuz varsa dile getirelim nafile. Her gün için oluk oluk kanasa da şartların iyileşmesi bir çıkar yol aramaya çalışsak da nafile. Yetkisi elinde olan hatır gönül işleriyle daha çok ilgileniyorsa ve kendini eleştirmekten acizse ne yazarsan yaz ne söylersen söyle. Kokmuşa tuz, arsıza söz kar etmiyor demek ki.

 

ZONGULDAK
İçimden gelmiyor ki gülümsemek.
Neresinden tutarsan tut, elinde kalan bir şehir.
Kime değse yüreğin, hepsinin mi içi zehir?
Oturdum öylesine suyun kenarında bir taşın üstüne,
Baktım durdum sisler içinden geleceğimize.
Soğuktu hava, en az taş kadar,
En az umutsuzluğum kadar. 
Dumanlıydı dağlar, dumanlıydı başım kadar.
Üzerime geçirdiğim ahretlik paltom, beni ısıtmıyordu ki…
Çıkartıp bir güzel örteyim üstünü!
Ey koca şehir, ey düşlerim, düşüncelerim…
Sen bir resim olsaydın keşke…
Ben oynasaydım üstünde boyalı kalemlerimle.
Biliyorum bıktın karalardan,
Bıktın içine sığmayan acılarından, alın yazılarından.
Tutunacak hiç kimse yok avutmasınlar seni,
Bir başına öğreniyorsun cenneti ve cehennemi.

Selma AYDIN