Bir zamanlar Tonya'da insanlık dramı yaşandığını biliyor muydunuz?  Yüzlerce erkeğin çok genç yaşta öldüğünü; yine yüzlerce ananın ağladığını; nice genç gelinlerin dul kaldığını ve yüzlerce çocuğun da babasız kaldığını duymuş muydunuz?

   İşte ben bu yazımda bu trajediyi, sebeplerini ve nasıl önlendiğini ele almak istiyorum. 

   Genç Türkiye Cumhuriyetinin en büyük yatırımını yaptığı Zonguldak kömür ocakları, yoğun işsizliğin yaşandığı Doğu Karadeniz insanı için de ekmek kapısı olmuştu. Özellikle Trabzon'dan çok sayıda insan Zonguldak'a gelmişti. İlk zamanlar bu insanlar kendilerini gurbetçi sayıyorlardı. Amaçları ekmeğini kazanıp geri dönmekti. Ama zaman içinde birçoğu Zonguldak'a yerleşti ve geri dönmedi.

   Trabzon'dan gelenlerin birçoğu genellikle madenciliğin yan sanatlarını tercih ederken, Tonya kazasından gelenler madenciliğin zor bir sanatı olan lağım sürme  işlerinde istihdam ediliyordu. Herhalde yöneticiler onları bu işe daha yatkın görmüşler veya ilk gelenler bu sanatta çalıştıkları için sonradan gelen hemşerilerini de yanlarına almışlardı. Böylece, madencilik terminolojisinde  taş içinde sürülen galeri veya tünel  demek olan ''lağım''larda çalışmak Tonyalıların mesleği ve kaderi olmuştu.

   Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için, şimdi burada biraz madencilik bilgisi vermekte yarar var. Tabii ki teknik ayrıntılara girmeden olabildiğince sade bir şekilde..

   Biliyorsunuz madencilik faaliyetleri esnasında toz meydana gelir ve bu toz havaya karışır. Özellikle yeraltı madenciliğinde havaya karışan belli bir sınırın üzerindeki toz insan sağlığı açısından çok zararlıdır.

   Madencilik faaliyetlerinden en çok toz üreten çalışma, dinamit atma amacıyla kömüre veya taşa delik delme işlemidir. Delik delinirken burgunun öğüterek toz haline getirdiği kömür veya taş parçacıkları eğer burgunun içinden geçen delikten verilen basınçlı hava ile dışarıya püskürtülüyor ise, buna ''kuru  delme sistemi'' denir ve bu çok tehlikelidir. Eğer hava yerine basınçlı su veriliyorsa - ki buna ''sulu delme sistemi'' denir - , su tozları çamur haline getirdiğinden, havaya toz karışma olasılığı minimuma iner.

   Özellikle yeraltı madenciliğinde havanın tozlanmaması çok önemlidir. Çünkü işçilerin solumak zorunda olduğu havada zararlı tozlar varsa, ''pnömokonyoz'' hastalığı denilen akciğer hastalığına yakalanma riskleri vardır. Hatta maden işçileri arasında buna bir dönem ''dul bırakan hastalığı'' da denmiştir. 

   Pnömokonyoz 6 mikrondan küçük tozların akciğerlere ulaşması ve burada birikmesi sonucu oluşmaktadır. Pnömokonyozun en tehlikeli türü ''silikoz''dur. Silikoz hastalığına silis içeren tozların akciğerlerde birikmesi sebep olmaktadır. Tehlikeli olmasının sebebi de bu tozların akciğerlerde sadece birikmesi ve akciğerlerin hayati kapasitesini azaltması değil; ayrıca akciğer hücreleri ile kimyasal reaksiyonlara girerek aktif hal gelmesi ve akciğerleri tahrip etmesidir. Hatta tüberküloza (verem) veya akciğer kanserlerine de zemin hazırlamasıdır.

   Madencinin ocağa ilk girdiği andan itibaren akciğerlerinde birikmeye başlayan tozlar, zamanla akciğerlerdeki bronş ve bronşcukları doldurmaya ve alveollere yerleşmeye başlar. Bu nedenle akciğerlerin hayati kapasitesi de azalmaya başlar. En basit haliyle, önce işçinin, özellikle efor sarf ederken, nefes alması sıklaşır ve işçi solunum zorluğu (nefes darlığı) çekmeye başlar. Daha sonrası pnömokonyozdur. 

   En kötüsü de bu hastalığın bilinen bir tedavisi yoktur.

   Burada şuna dikkatinizi özellikle çekiyorum: Lağımlarda, yani taş içinde sürülen galerilerde kuru delik delme sistemiyle çalışan işçiler en büyük risk altındadır. Çünkü basınçlı hava vasıtasıyla delikten dışarı püskürtülen hava doğrudan doğruya  burguyu kullanan işçinin ağzına ve burnuna gelmektedir. İşçi istediği kadar önlem alsın yine de çok miktarda tozu solumak zorunda kalmaktadır. 

   Eğer bu toz Zonguldak ocaklarındaki gibi yüksek miktarda silis içeriyorsa; işçi 6 ay gibi çok kısa bir zamanda silikoz hastalığına yakalanabilir!

   Değerli okuyucular, işte o zamanlar Tonyalılar bu şartlarda çalışıyorlardı. Hele bir de fazla ilerlemeden prim kazanmak için daha gayretli çalıştıkları takdirde; birkaç sene içinde silikoza yakalanmaları kaçınılmazdı.

   Düşünün; ocağa giren işçi henüz yirmili yaşlarda.. Memleketinde genç karısını ve çocuklarını bırakarak ekmek parası peşine gelmiş.. Amacı biraz para biriktirip memleketinde bir ev yapabilmek.. Ama birkaç sene sonra malulen emekli edilmiş ve hasta bir şekilde Tonya'ya dönüyor.. Evi belki yaptırıyor ama içinde oturamadan hayata veda ediyor!..

   Bu gün Tonya mezarlıkları genç yaşta hayatını kaybetmiş maden işçileri ile doludur. Sanıyorum bunların içinde mutlaka her Tonyalının  en az bir yakını bulunmaktadır.

   Bu gün Tonya'nın belediye parkında bu madencilerin anısına dikilmiş bir anıt bulunmaktadır. Kendisi de Tonyalı olan, zamanın TTK Genel Müdürü, kadim dostum Rıfat Dağdelen'in önderliğinde dikilen bu anıtı bir madenci feneri süslemektedir. Kendisi de bir maden şehidinin oğlu olan Rıfat Dağdelen'in bu çok anlamlı jesti her türlü takdirin üstündedir.

   Gelelim şimdi Tonyalılar'ı nasıl kurtardığıma..

   Bu başlığı biraz da espri olsun diye yazdım ama gerçek payı da yok değil hani!.

   1971 yılında, o zamanki ismiyle Ereğli Kömürleri İşletmesi (EKİ) Kilimli Bölümünde ocak mühendisi olarak işe başladığımda, halen ocaklarda kuru delik delme sistemi ile çalışılıyordu.

   1971 yılında iş başı yaptım ama bir yandan da Orta Doğu Teknik Üniversitesinde (ODTÜ)  mastır öğrencisi idim. Master tezimin konusu da ''EKİ Kömür Ocaklarında Toz Problemi'' idi. ODTÜ tarihinde ilk defa böyle bir şey oluyordu. Hem Ankara'da okuyordum hem de Zonguldak'ta çalışıyordum. Hafa sonları iş yerinde iki gün nöbet tuttuğum içi hafta içinde de izin kullanarak okula dönüyordum. Dikkatinizi çekerim; o zamanlar Zonguldak - Ankara arası otobüsle 8 saat çekiyordu!

 Yer altındaki tozları ölçmek  için okuldan bana verilen üç adet hassas cihazla her gün değişik yerlerden numuneler alıyordum. Sonrada bunları okuldaki laboratuvarlarda  değerlendiriyordum. Bu sayede Türkiye'de ilk defa infrared (kızıl ötesi) spektrofotometri metodu ile silika tayinini ve analizini de ben yapmış oldum.

   Bulduğum sonuçlar ürkütücü idi. İngilizce yazdığım tezimin Türkçe özetini Madencilik Bilimsel ve Teknik Kongresinde  bir sunu olarak anlattım. Bunun üzerine Sendika ve EKİ yönetimi konu ile yakından ilgilendiler. EKİ yönetimi, Materyal Müdürlüğü baş mühendislerinden Abdullah Ergin'i benimle görüştürerek, benim kullandığım cihazlar ve metotlar hakkında benden bilgi aldı. Sonra da aynı cihazları tedarik etti ve benim kullandığım aynı yöntemlerle toz ölçümlerine başladı.

   Sonuçta, Sendikanın da baskısıyla, ILO'nun (Uluslararası Çalışma Örgütü) kabul ettiği kabul edilebilir toz limitleri EKİ tarafından da kabul edildi. Bu limitlerin üzerine çıkan iş yerlerinde tozun önlenmesi ve çıkan tozun bastırılması için gerekli önlemler alınmaya başlandı.

   Tezimin en büyük faydası; daha önce büyük ölçüde kuru delme sistemi ile delinen deliklerin tezimin yankılarından sonra sulu delme sistemi ile delinmeye başlanmış olmasıdır. Bunun pnömokonyoz ve özellikle silikoz hastalığını önlemede çok büyük rolü olduğu yadsınamaz!

   Değerli okuyucular, şaka bir yana, görüyorsunuz bilimsel çalışmalar ne kadar faydalı! Gerçi Tonyalılar artık lağım sürme işlerinde eskisi kadar çalışmıyorlar ama Tonyalılarla birlikte ocakta çalışan tüm madencilere de bir faydam dokunduğunu sanıyorum. 

   Bu yüzden de mutluyum!