Bildiğimiz kadarıyla, Müslümanlıkta affı olmayan tek günah kul hakkı yemektir ama dinciler (dindarlar değil) bol bol kul hakkı yiyerek zenginleşiyorlar. Tabii ki haklarını da yemeyelim, oldukça adil davranıyorlar! Bu dünya nimetlerini kendi aralarında üleşirken, öbür dünya nimetlerini de fakirlere ayırıyorlar! Kendileri bu dünyada cenneti yaşarken fakirlere öbür dünyadaki cenneti vaat ediyorlar. Dediklerine göre,  Allah cennete göndermek istediği fakir kullarını yokluklarla sınıyormuş! Onun için, buna inanan bazı fakirler de adeta mazoşist olup fakirliklerinden pek de şikayetçi davranmıyorlar.

Peki, dinciler kul hakkı yemenin bu kadar günah olduğunu bildikleri halde bunu nasıl savunuyorlar veya kılıfı nasıl uyduruyorlar? Gelin bunu yaşadığım bir örnekle anlatayım ama olayda rol alan insanların isimlerini burada yazmayacağım.

TTK'da yöneticilik yaptığım yıllarda, koyu dindar geçinen ve hatta hanımını bile kara çarşafla gezdiren bir mühendis arkadaşımız vardı. Bu arkadaşımızın ocağa girmediği günlerde de ocak puantajı yaptığını tespit etmiştik. Bilindiği gibi, yeraltında çalışanlar vergiden muaf olduğu için, mühendisler de yer altına girdikleri günün vergisini iade olarak ay sonunda geri alıyorlardı ama takdir edersiniz ki ocağa girmeden vergi iadesi almak haksız kazanca girer ve dinen de kul hakkı yemek demektir. Yani haramdır ve affı olmayan bir günahtır.

Bu kadar dindar bilinen bu arkadaşımızın bu günahı nasıl işleyebildiğine akıl erdirememiştim. Bu nedenle onun müdürüne dedim ki, ''Yahu şunu bir sohbet esnasında konuştur. Devletten aldığı bu haksız para kul hakkı yemeye girmiyor mu? Zira bu parada, tüyü bitmedik yetimler dahil, tüm vatandaşların hakkı vardır. Bunu nasıl izah edecek merak ediyorum.''

Birkaç gün sonra müdür beni aradı. ''Efendim, söylediğiniz gibi bu arkadaşı konuşturdum. Ocağa girmeden vergi iadesi almasının haram olup olmadığını sordum. Bana şu ilginç cevabı verdi: Bize göre T.C.  darülharptir. Dolayısıyla biz T.C. ile harp halindeyiz ve harpte kazanılan şeyler ganimettir ve helaldir!''

Değerli okuyucular, sonradan önemli yerlere getirilen bu kişinin o gün söylediklerini bugün değerlendirdiğimde, çok anlamlı ve bugünlere mesaj veren nitelikte buluyorum.

Ama önce ''darülharp'' ne demektir onu öğrenelim.

İnternetteki arama motoru Google'a  'darülharp' yazıp araştırdığımızda, karşımıza birçok yorum çıkmaktadır. Hepsini harmanlayıp çok kısa olarak özetlersek: Darülharp; İslam hukukunda, kafir ve İslam düşmanı yöneticilerin hakimiyet ve yönetimleri altındaki toprakları anlatmada kullanılır. Buralarda şeriat hükümleri işlemediği için, İslam’ı yaymak amacıyla, 'harp yeri' anlamında da kullanılmaktadır.

Ayrıca, bu anlayışa göre, bir İslam ülkesine de küfür düzeni hakim olduğu takdirde, bu ülke de darülharbe, yani küfür yurduna  döner.

Şimdi bu bilgilerin ışığı altında bahsi geçen arkadaşımızın yukarıdaki sözlerini irdeleyelim.

''Bize göre'' diyor. ''Biz'' dediği kimler? Tabii ki dinciler! ''Dikkat edin; Türkiye Cumhuriyeti de demiyor; TC diyerek aklınca aşağılıyor! Ama en önemlisi; Türkiye Cumhuriyeti'ni ''darülharp'', yani kafirlerin yönettiği, kendi tabirleriyle, bir küfür ülkesi olarak görüyor. (Tabii ki bunlar bu ülkenin İslamlaştırılması için cihadı da düşünüyorlar!)

Ama burada zurnanın 'zırt' dediği yer şudur: Bu arkadaş sürekli terfi ettiğine göre; demek ki onu bu görevlere getirenler de aynı şeyleri düşünüyorlar. Yani bunlara göre TC'den her koparılan şey ganimettir ve dinen helaldir!

Değerli okuyucular, bunlar kimi kandırıyorlar? Böyle uydurma dini kılıflara insanların inanacağını mı sanıyorlar? (Ama maalesef inananlar da az değil!) Onların tabiri ile TC'nin malı kimin? TC'ye para gökten mi yağıyor? TC'den koparttıkları her bir parçada bu ülkede yaşayan 80 milyon insanın hakkı olduğunu neden gözlerden kaçırmaya çalışıyorlar?

Vatandaşlarımız bu sorular üzerinde iyi düşünmeli ve mantıklı cevaplarını bulmalıdır. Cevaplarını bulduktan sonra da değerlendirmelerini ona göre yapmalılardır.

Tam burada aklıma yine bir fıkra geldi.

Bir köy düğününde, davulcu ve zurnacı çalarlarken davulcuyu gaz sıkıştırır. Davulcu davulun sesine denk getirerek koy verir. Durumun farkında olan zurnacı, davulcunun kulağına şöyle der: Sesini uydurdun ama kokusunu ne yapacaksın?

Şimdi, fıkradaki davulcu gibi, bu milletin üzerinden haksız kazanç sağlayarak  zenginleşen din tüccarları da buna akıllarınca dini kılıf buluyorlar ama kokusunu önleyemiyorlar çünkü koku etrafı iyice sarmış vaziyette!