Yağmurlu bir İstanbul sabahında, yüreği ağzında yaşamanın tam da ortasından yazıyorum bu satırları. Hemen hemen herkeste bir kaygı, herkeste yan yana yürüdüğü insanın kimliğiyle ilgili şüphesi var. Az sonra neler olabileceğinin, başına neler geleceğinin yadsınamaz tedirginliği var. Hayat bütün bu kaygılara rağmen yine de akıyor bir şekilde. Her adımda iç içe giren insan seliyle birlikte, yaşam kavgası, yaşam kaygısıyla sarmaş dolaş, her şeye rağmen vazgeçmemek için veriyor insanlık savaşını, yaşam sınavını.
Metropollere göre, daha küçük şehirlerde yaşamını sürdürenler için bu, bariz bir şekilde birbirinden uzaklaşmak, güvensizlik, tedirginlik anlamsız gelebiliyor insana. Çoğaldıkça azalıyoruz birbirimizden.
Bizim gibi küçük yerleşim yerlerinde yaşamını sürdürenler, her adım da tandık bir yüze hayatının bir köşesine mutlaka çarpan yaşanmışlıklara değiveriyor ansızın. Kin, öfke duyduğumuz kişilerle de yüz yüze burun buruna gelebiliyoruz apansız. Önemli olan bu duygularımızla başa çıkabilmek zira diğer türlüsü malumumuz şiddet…
Dışarıdan bakabildiğimizde yaşadığımız yerlere, elimizdekinin değerini kıymetini daha iyi anlayabiliyoruz diye düşünüyorum. İnsanlık kirleniyor mu kirletiliyor mu bilmiyorum ama insanlık denilen o sıra dışı özellik, artık sıradan bile değil hale dönüştürülüyor.
Şiddet, ilkel yaşamlardan bu yana, evcilleşmeyen ya da evcilleşmesine izin verilmeyen en büyük yüz karası insanlığın.
Bir başkasının canına kast etmek, bir başkasının yaşam alanına tecavüz etmek sıradan olağan bir hal alıyor ve bunun üstünde durulması gerektiği gibi durulmuyor. Adeta işine geliyor birilerinin ilkel davranışlar ve çığırından çıkan insanlık ve beraberinde de kıyımlar kıyımlar…
Kafatasımızın içinde taşıdığımız o mekanik sistem işlevini kaybediyor mu ne?
Düşünemeyenlerden olmak, erdemleştiriliyor sanki uyuşuyor beyinlerimiz.
Unutuyoruz az öncesinde ne yaşadığımızı az sonra daha beteriyle yüzleşme kaygısının ağırlığında. Dillerimize kelepçeyi içinde bulunduğumuz sistem değil, biz koyuyoruz kendiliğimizden. Çünkü bizler insanoğlunun en büyük özelliklerinden biri olan cesareti kaybettik. Birlerinin içine deli cesareti kaçarken asıl cesaretini elinde tutması gerekenler yani haklı olanlar, yani hala daha insan kalabilenler, bocalıyor gereksiz.  Üzerimize uygunsuzca giydirilen korku ile veriyoruz en büyük savaşımızı. Buda birilerinin eline geçen en büyük koz olarak okuyor insanlığın canını. Yaşam hakkı öldürme hakkıyla takas ediyor kendini.
Yarınlar, yarınlarımız, korkunun ve ölümün ipoteği altında çoktan, işin vahimi bunu yapanlarda bizim soyumuzdan, hepsi insan ırkından. Zaten sonunda ölmek için yaşamıyor muyuz? Nedir bunun aceleciliği, nedir bunun getirisi canilere, kimliğinden soyunup cani olmayı tercih edenlere, çöküyor mekanik sistemim, anlayamıyorum.
Peki, biz bu çarkın içinde öylece debelenecek miyiz? Pes ederek, birilerinin egosuna, birilerinin gözü dönmüşlüğüne sessiz mi kalacağız. Biz kaybedenlerden olmayı mı seçeceğiz, yoksa silkelenip onlardan daha çok, daha güçlü, daha büyük olduğumuzu mu göstereceğiz. Onlar yaşam dursun, insanlar korkunun esiri olsun istemiyorlar mı zaten, onlar yönetebilecekleri insan toplulukları istemiyorlar mı zaten.
Terörden şiddetten silahlardan beslenenlere boyun eğmeyeceğimizi,  bu toprakların namusu, şerefi, haysiyeti adına göstermek, boynumuzun borcu. İdeolojisi ne olursa olsun VATAN söz konusu olduğunda, bizim bize, bizden başka dost olmadığını hatırlatmanın kucaklaşmanın tam sırası. Dile söylemesi kolay, zorluğu ve uygulamaya koyulması cesaret denilen benliğimizi geri kazandığımız da olacaktır. Öfkemizin başını ezip kenetlenme zamanı. İçimizde var olan kanı bozuk olanlara acıdığımız sürece acınacak hal almamız kaçınılmaz.
Neresi olursa olsun, bu toprakların her bir metrekaresi atalarımızdan miras, hayat devam etmeli ve bizde kobay olarak değil, gerçek insan olarak tamamlamalıyız yolculuğumuzu
İçimizdeki hainlere içimizdeki kanı bozuk olanlara fırsat vermeden, bize bizden başka dost yok ilkesiyle, öfkemizin başını ezip sarılma zamanıdır diye düşünüyorum. Savundukları ideolojilerin içini boşaltanlara ayrıca kendilerini gözden geçirmelerini öneriyorum, yaşamın süregelen kavramları inançları kimsenin tekelinde değil.  Kendi bakış açısına göre bir diğerini yok sayan, söyledikleriyle, inandıklarıyla uyguladıkları bir türlü örtüşmeyen yaşam felsefeleri, havada kalıyor.