Yaptıkları yapacaklarının teminatıdır


Elli yıllık hayatım boyunca gördüğüm atmosferi en düşük seçime üç-dört gün kaldı…
Bu pazar günü nihayet dananın kuyruğu kopacak…
Bana sorarsanız tahminler doğru çıkacak, 7 Haziran’dakine yakın sonuçlar elde edilerek saat 20.00 sularında malum ilan edilecek…
İktidarı elinden bırakmamak için her türlü yolu deneyen AKP, koltuk değneği MHP’ye yaslanarak anayasayı ihlal pahasına bir sürü manevra çevirecek yine…
Ülkeyi bir seçime daha sürükleyecek yolun taşları örülürken, cadı kazanları fokur fokur kaynatılacak ve -söylemeye dilim varmıyor ama- ortalık kan gölüne çevrilecek belki de…
Havuzdan beslenmeli medya, bin türlü yalanla akla zarar senaryolar üretip, tezviratlar yayarak AKP elebaşlarını kutsamaya devam edecek…  
Siyaset kurumunun bu kadar itibar kaybettiği, halkın önemlice bölümünün büyük bir akıl ve vicdan tutulmasıyla hareket ettiği böyle bir zaman dilimi var mıdır tarihte bilmiyorum…
Muhtarlıktan devlet başkanlığına, mahalle bekçiliğinden inzibat amirliğine, muhabirlikten genel yayın yönetmenliğine, tüm yapılarda, her türlü yetkiyi elinde tutmaya çalışan ve buna hakkı olduğuna da toplumun bir kesimini inandıran zat bugüne kadar hiç görülmedik bir hırsla saldırmasından da anlaşılıyor ki, durum kritik…
Kendini eleştiren herkese, büyük bir “Kimse bana akıl vermeye kalkmasın” kibri ve “sen kimsin ya”  hiddetiyle salvo atışları yapmasının nedeni de bu kanımca…
Ve yalanlar söylüyor durmadan, hiç durmadan kumpaslar kuruyor… 
Pek çok örneği var bunun ve ben yaptıklarını yapacaklarının teminatı olarak sayıyorum…
 
YALAN HAMURU DAĞ DAĞ YOĞRULDU
Tek tek yazmaya kalksam bizim gariban gazetenin sayfaları yetmez…
Toplumu birbirine düşürme, halkta infial uyandırma, farklı toplumsal kesimlerde kin ve nefret duygusu yayma pahasına hiç çekinmeden ileri geri laflar etti çünkü AKP elebaşı…
İşte Kabataş yalanı…
Henüz başbakandı, televizyon ekranlarına çıkıp “Benim başörtülü bacımı Kabataş meydanında linç etmeye kalktılar. Kucağında çocuğuyla canını zor kurtardı” diyerek Gezi eylemcilerini nefret suçu işlemekle suçladı zat-ı şahane…
Kraldan çok kralcılık yapma konusunda sınır tanımaz bir maharete erişen havuz ördekleriyse balıklama daldılar bu sözlere… Sözde mağdurla yapılmış çarşaf çarşaf röportajlar yayımladı…
Zaman içinde tüm ayrıntılarıyla ortaya çıktı ki, böyle bir saldırı olmadığı gibi röportaj da palavraydı…
Her şey, zor durumda olan AKP elebaşlarını temize çekmek için masa başında uydurulmuş bir kurgudan ibaretti yalnızca…
Buyurun “Camide içki içtiler” palavrasına bakın isterseniz…
Polis saldırısından canını kurtarmak için camiye sığınan yaralı pek çok yurttaş, gönüllü hekimlerce tedavi edildi Bezm-i Alem Valide Sultan Camisinde…
Yalan hamurları dağ dağ yoğrulmaya başladı hemen, önce havuz medyası, ardından da AKP elebaşı caminin içkiyle kirletildiğini haykırdı yüksek sesle…
Olayın doğrusu cami müezzininin ifadesiyle ortaya çıktı. “Ben inançlı adamım” diyordu müezzin, “Allah korkum var, yalan söyleyemem, camide içki içen görmedim.”
Bu doğru davranışı ödülsüz kalmadı elbette. Müezzin oradan oraya sürüldü… 
Yalnızca bu bile kimde Allah korkusu olduğunu, kimde olmadığını tüm açıklığıyla ortaya koyuyordu…
Ancak o başarmıştı, toplumda ön yargıları artırmış, yoğunlaşan kamplaşmanın düşmanlaşmaya dönüşmesini sağlamıştı…
BU ÜLKEYİ KARA VİCDANLAR YÖNETİYOR
Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki ülkeyi iktidar hırsından gözü dönmüş bir kara vicdan yönetiyor.
Hiç unutmuyoruz, Berkin Elvan 14 yaşında bir çocuktu… 
Yine Gezi eylemleri sırasında başına isabet eden polis fişeğiyle yaralandı, uzun süre verdiği yaşam mücadelesine yenik düştü, daha hayatın ne anlama geldiğini bile duyumsayamadan çekip gitti bu dünyadan…
Bağrı yanık annesi ardından ağıt yakarken, AKP elebaşlarını suçlayan cümleler kullandı…
Devleti yöneten büyük şef, kahvehanede oturan sıradan vatandaşın olgunluğunu bile gösteremedi, terörist ilan ettiği 14 yaşındaki ölü çocuğun acılı annesini meydanlarda on binlerce kara vicdana yuhalattı…
Bununla da kalmadı oğulları ilan edilmemiş bir savaşta şehit düşen acılı babaların, çocuklarının ölümünü sorgulayan cümlelerini “karaktersizlikle” suçladı…
Bu acımasızlık gösteriyordu ki, Gazze’de, Mısır’da, Kudüs’te ölen insanlara dökülen timsah gözyaşlarıydı…
“Van Minüt” çıkışı da bir şovdan ibaretti yalnızca…
Bu dönem halkına “kavat” diyen valilerin, iş cinayetlerinde yakınını kaybeden insanları tekmeleyen danışmanların, ulu orta yalan söyleyen devlet görevlilerinin terfi üzerine terfi aldığı bir döneme de karşılık geliyordu aynı zamanda…
2 Kasım’da uzak bir olasılık da olsa tüm bunlarla birlikte 17-25 Aralık’ın da hesabını sorabilecek bir irade ortaya çıksa nasıl da güzel olacak…