Çocukluğum 60’ların ikinci yarısının yoksul ve karanlık günlerinde geçse de, 70’li yılların ikinci diliminde anlamaya çalışan gözlerle bakmaya başladım dünyaya… Babamdan Menderes’le Denizlerin asılma hikâyesini çok dinlesem de çocukluk yıllarımın en dramatik olayı, hiç tartışmasız, Kıbrıs savaşıydı. Ampule renkli kâğıtlar sararak yaptığımız karartma geceleri oyun gibi gelse de, savaş denen vahşetin insanlık dışı yüzü tüm çirkinliğiyle doluyordu hanemize… Savaşın yarattığı milli birlik ruhu uzun sürmedi, geçenlerde bir demokrasi kahramanı olarak toprağa verilen Demirel’in önderliğinde kurulan Milliyetçi Cephe (MC)  hükümetleri, halkın önüne bir başka cephe açtı… 80’leredoğru o cephe, kardeşi kardeşe kırdıran bir vahşeti yaratarak zehir gibi bir hava soluttu Türkiye’ye…

 

Birileri cadı kazanı kaynatıyor, “sağ sol çatışması” adı altında ülke darbe iklimine hazırlanıyordu. Başarıyorlardı da… 77 1 Mayıs’ıyla başlayan toplu öldürümler Maraş, Çorum cankırımları ile sürdü.  Otomatik silahlarla kahvehaneler tarandı o yıllarda, sokak ortasında acımasızca insanlar öldürüldü… İşlenen politik cinayetler, usta işi suikastlar can güvenliğinin tümden ortadan kalktığını duyumsatıyordu insanlara… Yokluk, yoksulluk, enflasyon alıp başını gitmiş, insanlar sözcüğün tam anlamıyla canından bezmişti… 12 Eylül faşizmi tam bu atmosferde geldi. Ortalama insan indinde, Kenan Evren, darbeci paşa değil de, “Allah tarafından gönderilmiş kurtarıcı” idi adeta…

 

O GÜNLER DE ÇOK KARANLIKTI DOĞRUSU

Grevlerin yasaklandığı, sendikaların, siyasi partilerin, derneklerin kapatıldığı, kamu kurumu niteliğindeki sivil toplum kuruluşlarının bile faaliyetlerinin askıya alındığı o dönemde, işkencenin idamın, hapislerde çürümenin adıydı Evren oysa… İnsan insanın kurdu oldu sayesinde. Türeyen muhbir vatandaşların çokluğu, insani hasletlerin ne kadar dibe vurduğunu da anlatıyordu… “Köşe dönmeciliğin”, “bir koyup üç almanın”, “işini bilen memurların” baş tacı edildiği Özallı yıllar başladı daha sonra. Var olanla yetinmeyip daha fazlasını isteme açgözlülüğünü, kâr ille de kâr yırtıcılığını, her şeyi ekonomik akılla düşünme insafsızlığını bırakarak o da çekildi sahneden…

 

Anasollu, anayollu koalisyonlar dönemi başladı devamında… Anayasa kitapçıklarının, yazarkasaların havada uçuştuğu o günler de çok karanlıktı doğrusu… İçimde hâlâ dumanı tüten Sivas yangını, hemen ertesinde gerçekleştirilen Başbağlar katliamı, bin günde yapılan bin operasyonla işlenen faili meçhul cinayetler, tek kurşunlu Hizbullah infazları, “devlet için kurşun atan da, yiyen de şereflidir”vicdansızlığı bu dönemin ürünüydü… Çok gözyaşı döktüğümüz, canımızın çok yandığı o günler özelleştirme furyasıyla insanların işsizleştirildiği zamandı da… O anımsanması bile yüreğe zarar uygulamalar AKP karanlığını doğurdu…

 

ŞİDDET KARTINI ORTAYA ATTI

İslami motifleri eylül faşizmi ile Özal açgözlülüğünün bileşkesine yerleştiren AKP elebaşları, demokratik söylemleri kullanarak tiranlığını ilan etti. Kurulan öylesine bir tek adan diktasıydı ki, iktidara gelmek için suç ortaklığı yaptığı cemaat bile şeytanlaştırıldı süreç içinde… Eski ortaklarına 28 Şubat sürecinde bile görülmedik zulüm uygulandı… İslam’ı referans almış bir partinin devri iktidarında alnı secdeye değen herkes potansiyel tehlike olarak görülüyordu. “Sıfırlama” parolası ile açığa çıkan yolsuzluklar bunca gerilimin, vahşetin esas nedenini tüm açıklığıyla ortaya koydu ki,  her şey iktidar rantı içindi… Onu korumak için savaşın ne türü gerekirse yapılacaktı… Öyle de oldu…Seçim yenilgisine karşın tek adam olma hedefine koşan hırs küpü, elinde tuttuğu şiddet kartını ortaya attı…

 

Adam öldürmeye, cinayet işlemeye susamışçasına planın içine balıklama dalan PKK, işlediği seri cinayetlerle işlerini daha da kolaylaştırdı…  Tek adam diktasına giden yolda, tam karşısındaki MHP gibi AKP’nin en büyük kolaylaştırıcısı olarak aldı sahnedekiyeriniBatıya giden her cenaze, doğuda sıkılan her kurşun sandığa dolan oy demekti. HDP’nin iğneyle kuyu kazarcasına elde ettiği ve “tek parti diktatörlüğünü aşan en önemli siyasi aktör” olmakla taçlandırdığı toplumsal meşruiyeti silme pahasına atılan bu adım, bin yıllardır barış içinde bir arada yan yana yaşama iradesini gösteren Anadolu halklarını birbirine düşmanlaştırmaya yönelik en büyük hamleydi de aynı zamanda… Ellili yaşların içindeyim… Diktatörlüğün en koyusunu, savaşların en kötüsünü, ekonomik yıkımların en büyüğünü, koalisyonların bin türlüsünü gördüm… Ülkemin geleceğinden hiçbir dönemde, bu kadar korkuya düşmedim… Ellerini tetikten çekmeyen ve ondan beslenen şiddetin efendileri yazık ediyor bu memlekete… Nasıl anlatsak bilmem ki?