Yollar… Yıllar…
Ahmet Öztürk
Çocukluğumun düş dolu günleri … Annemli, en güneşli günleri ömrümün… Yaz tatili başladığında hiç bitmeyecekmiş gibi gelen uzun yolculuklarla varırdık köye… Vapurlar ortadan kaybolduğundan beri, İkinci Makas’ta bir kahvehanenin önünden kalkan otobüsle döne kıvrıla giden yollarda, hoplaya zıplaya yapılan yolculuklarda içimiz dışımıza çıkardı… Bilet parası vermemek için olsa gerek, eşek kadar oluncaya değin annemin kucağında yaptığım yolculuklarda otobüs bizi öyle hırpalardı ki, molalarda yemek yemeye takatimiz bile kalmazdı çoğu zaman…
 
Bir dağın başında iner, oradan bir saatten fazla yürüyerek ulaşırdık köye… Yaşıtlarıma göre şanslıydım, bir gurbet çocuğu olarak asfalt ya da Arnavut kaldırımı kaplanmış yolları onlardan çok önce görmüştüm mesela… Çok daha önce iskarpin giymiş, elektrikle aydınlanan akşamlar geçirmiş, arabalara binmiştim… Gaz lambasının titrek ışığında geçen yaz tatilimiz yel gibi geçer, yine içimizi dışımıza çıkaran bir yolculukla dönerdik Zonguldak’a… O zamanlar Gaca Bayırı pek meşhurdu… Aslan Çeşmesi de, Sapça Yokuşu da… Bartın’ı geçince mola verilen Soğuksu adı gibi soğuktu… Hâlâ öyle…
 
USTA GAZETECİ ALİ BAHADIR DA AZ UĞRAŞMADI YOL İŞİYLE
Aradan yıllar geçti… O en büyük hayali elektrikle aydınlanan bir evde oturmak olan yaşıtlarımın birçoğu onun çok ötesine geçti, son model arabalarla geziyor şimdi… İşin garibi “Yol yaptılar, köprü kurdular” diye iktidara yüzde seksen oy veren köyümün yolu bozuk hâlâ… Çakıl taşı döşenmiş stabilize yolda, arabanın altını vurmadan köye ulaşanlar mutlu sayıyor kendini… Güzergâhlar bir parça değişse de Zonguldak-Çatalzeytin arasının epey bir bölümünde yolculuk yapmak hâlâ maharet istiyor… Hele Zonguldak hududundan girdiniz mi, öyle bir şenlik başlıyor ki sormayın gitsin...
 
Zonguldak’ın yol işi bizden sonraki kuşaklara miras kalacak galiba… Önceki kuşaktan, sağlık içinde yaşamasını dilediğim usta gazeteci Ali Bahadır da az uğraşmamıştı bu işle… İstanbul karayolundan, Tıp Fakültesine yarım kilometrelik yol yaptırmak yıllarını aldı Bahadır’ın… Yaşadığı trajikomik olayları “Yola dökülen yıllar” adıyla kitaplaştırdı hatta… Nedeni belli: Zonguldak’ın kaderini elinde tutanlar tam bir fikir kabızı… Doğal olarak kente yapılan hizmet de bu kadar oluyor… Siyasette fikirlerden, projeden daha çok ihtiraslar, maiyetler yarışınca sonuç kaçınılmaz olarak buraya ulaşıyor…
 
DOĞA KENDİNE ATILAN BU KAZIĞI YEMEDİ
Bir de Kilimli-Zonguldak arasında olduğu gibi yol yapayım derken göz çıkarmak ne kelime, kafa uçuran yol hikâyeleri var Zonguldak’ta… Sözde sahil yolu yapacak aklı evveller, Kilimli’den Kapuz’a kadar bir karış sahil bırakmadı bizlere… Tonlarca yükle abanan buldozerler yalnızca Kilimli, Hisararkası, İnağzı, Tünel Arası sahillerini değil, hatıralarımızı da ezdi geçti… Biz tevekkülle boynumuzu büksek de doğa kendine atılan bu kazığı yemedi ne güzel ki… Bulduğu ilk fırsatta fırtına oldu, dalgalar yükseltip hışımla uyduruk duvarları dövdü… Bir gecede hakkını geri alırken yolu da kullanılmaz kıldı…
 
Şimdi o yol trafiğe açılsın diye uğraşıyor birileri… Objektiflere poz verip, büyük bir gayretkeşlikle yetkilileri arıyor… Doğaya ve kente karşı işlenen büyük suçun, akıl almaz kaynak savurganlığının hesabını sormak aklına gelmiyor nedense… Dedim ya tümden fikir fukaralarının, siyaset kabızlarının elinde kaldı memleket… Şov yapmak, algı yaratmak, imaj oluşturmak her şeyin önüne geçti… Bu devran da dönecek… Dönecek de, memlekette doğa diye de bir şey kalmayacak o vakte kadar… Korkarım ki, bozuk yollarda paldır küldür yaptığımız yolculuklar da sürüp gidecek bir yandan da…