Canı yanıyordu. Bildikleri içine sığmıyor onu kemiriyor ve bütün hücrelerini kanatıyordu. Susmak zorundaydı, iki ucu boklu değnek misali çaresizce sustu, susturuldu.   
 
Oturduğu binanın alt katındaki komşularına gelip giderken gördü onu. Bir garipti sanki, şaşkın, miskin, gizemli ve hatta yaralı. Bütün bu teşhisleri durduk yerde koymamıştı elbette Asuman mıknatıs gibi  çekiyordu   kader daşlarını .  Yaşarken ölmek,  ölüm ne demek bunu en iyi kendisinin bildiğini düşünüyordu.
 
İçindeki enkazın derinliklerine daldı,  sanki transa girmişti, yaşadığı anda değil de bir başka hayatta bir başka dünyada gibiydi. Boğazı kurudu ve nefesi sıkıştı, nasıl oluyordu bu!  Ölüyormuş gibi ruhunu teslim ettiğini düşündüğü her an bir ışık süzülüyordu gözbebeklerinden umuda.
 
Ve yine o gözler radar gibi sürekli tarıyordu etrafı. Unutmak istedikçe güncelleme yapıyordu düşünceleri. Kin, korku birbirine sarılmış dolanıyordu göz bebeklerinde, bırakın ona bakanları kendisi bile korkuyordu gözlerindeki resimlerden, acının kirlenmişliğin resimlerinden. Duygu karmaşıklığı yaşıyor olsa da bir yerinden mutlaka dokunuyordu işte yüreğine yeniden umut.
 
 
Neden   peki?   Üstünü  örttüğü acıları neden direniyordu,  neden yeniden gün ışığına ihtiyaç duyuyordu. Bunu, yani geçmişiyle yüzleşmeyi yaşamaktan yorulmuştu artık.  Yüreğini  sıkıştıran sorunlardan kaçmak,  bambaşka  çevrede bambaşka çehrelerle yarınlar kurabilmek neden bu denli zordu.  Ürkekliği,  korkusu, bütün gayretine rağmen inançsızlığı ne yazık ki onu zehirlemeye devam ediyordu ve belki de sonsuza kadar da zehirleyecekti.
 
İçine sakladığı acı, utanç, ona giydirilen kirli bir giysiydi artık.  İşte o bildik utanç duygusunu görüyordu onun yüzüne baktığında.
Ona baktı, acıyla ve korkuyla, bir kez daha, bir kez daha baktı. Gördüğü  şeye bir anlam yüklemek istiyordu. Suçlu, kirli  bir yere ait olmaya çalışan ve bunu yapabilecek gücü olmayan bir zavallıydı tıpkı kendi gibi.
 
-’Genç de değil  besleme gibi duran yaşlı bir çocuk’, dedi içinden
Neden onu aşağılıyordu şimdi, daha yeni görmüş tanışmamış tanıştırılmamıştı bile.
Dudak büktü ve içinden söylenmeye devam etti. ‘Kadın mı erkek mi belli değil’   Sahiden de öyleydi,  bu vakitsiz beklenmedik misafir.
 
Asuman bulunduğu andan  kopmuş, bu misafire odaklanmıştı. Kafasının içinde bir sürü şey dönüp duruyor, içindeki algılar ona aynı hissi yaşatıyordu,  iticiydi, ayrıca da sevimsiz.
İlk bakıldığında bulunduğu ortamda eğrelti gelin  gibi duruyordu., fakat  anlıktı bu durum  garip bir tılsımla değişiveriyordu.Yüzsüzlüğü, yüzsüzce öne  geçiyordu, hem de hiç beklenmedik bir anda.
 
 Sokuluveriyordu bir gülümsemenin yüze vuran aydınlığına ve başını karşısındakini kolunun altına yaslıyordu  aynalarda  kendine bakmadan!.
Asuman   onu  ilk  gördüğünde elinde ucuz sigarası vardı,  parmaklarının arası sapsarı olmuş, saçları kırpık  özensiz kesimli… Dişleri sanki hiç fırçalanmamıştı tıpkı parmakları gibi sarıydı ve tortular katman olmuştu. Ağzı kokuyordu, tütün  açlık ve iğrenç kokuyordu.
 Tıpkı, yıllar önce burnunun dibinde duyduğu aklından hiç çıkmayacak olan o kokuyu bir kez daha duyuyordu Asuman. Canı nasıl yanıyordu.   Hırslanıyor, kızarıyor, öfkesinden  derin derin nefes almaya çalışıyordu.  Çok mücadele vermesine rağmen aklından çıkaramadığı o kokuya lanet okudu.
 
-’Allah belanı versin senin, Allah belanı versin pislik’
 
 
Çevresindekilere aldırmadan sesli sesli konuşuyor içindeki zehri akıtıyordu, terden sırılsıklam
olmuştu, komşuları şaşkındı onu anlamaya çalışıyorlar, nedenini merak ettikleri sorularıyla daha da bunaltıyorlardı.  Ona çevrilen gözleri görmeden suskun dalıp gitti bir süre.
Nasıl üzülmesin, nasıl delirmesin, can bildikleri canına namusuna kast etmişlerdi.Yaşadığı acıların hiçbir açıklaması olamazdı tıpkı bu gibi acılara maruz kalıp yaşam mücadelesi vermeye çalışan bir çok kadın gibi yaralıydı hem de ağır yaralı.
 
 
Her şeyi yıkayabilirdi hayatta, kirlenmiş ne varsa; çamaşırları, bulaşıkları, aklına gelebilecek her şeyi temizleyebilirdi ancak bir tek kendine hayrı yoktu işte.
 
Ne kolay söyleniveriyordu yıkamak ya da yıkanmak kim demiş, yok böyle bir şey yok yok işte
 
Oda buralarda yeni sayılırdı meraklı gözler onu süzerken utandı güçlü olmak zorundaydı ve yaşadıklarına susmak zorundaydı. İşte bu yüzden kilometrelerce uzaklara gelmiş kaçmıştı kaderinden adeta.
 
 
Havalanan dumanlar burun deliklerinden içeriye giriyor tıkanıyordu, hayatı boyunca nefret ettiği, en unutulması zor kokuyu soluyordu. Sadece sigara kokusu mu rahatsız ediyordu Asuman’ı?  Bu başlı başına bir sebepti evet fakat dahası da vardı. Şu vakitsiz misafir öyle böyle biri değildi ama,  nasıl da sırnaşıyordu tıpkı çelimsiz sokak kedileri gibi. Kuyruğuna değmek yeterliydi kapıdan içeri süzülüvermesi için. Gözlerini ayırmadan izliyordu bu garip kadını Asuman.
 
Kendine vaktiyle imkansız gibi görünse de bir dünya kurmak istiyordu. Kaderinin  bütün engellerine, umutsuzluğuna  rağmen, işte tam da bu yeni  dünyanın orta yerine düşmüştü Nur, onun yasaklı ve saklı dünyasına. Kendiyle kıyaslaması anlamsızdı, neden yapıyordu bunu. Hissettikleri miydi bunun sebebi, kadınlık hisleri.  Çevresindeki tüm kadınları kendi gibi zannediyordu ,yaralı ve kirlenmiş….
 
Nur ‘u tanımaya başladıkça hayretler içinde izliyordu. Onun geldiği yerlerde böyle davrananları bir temiz döverlerdi şımarık ve hazırcı. Nasıl bu kadar yüzsüz ve ukala olabilirdi ki etrafındakilere aldırmadan bildiğini okuyordu, hem çirkin hem itici hem de çok pişkin diye geçirdi içinden. Onun hakkında bütün olumsuz sıfatları sıralamak, onu yok etmek istiyor gibiydi.
 
(Kitabımdan bir bölüm)