Nasılsa yaşı da müsait, Zonguldak Eski Belediye Başkanı Yüksel Aytaç’ın yerinde ben olsam elime bir kızılcık sopası alır önce belediye, sonra vilayet binasına dalar, “Vatandaşlar bir kenara ayrılsın” diye kükredikten sonra önüme gelenin kafasına Allah yarattı demeden indirirdim. Öyle ya, kentte yaşanabilecek olası sel tehlikesi konusunda bağırıyor yıllardır… Hadi bizcileyin, her şeye muhalif “hastalıklı ruhlar” devlet katında adam yerine konmuyor… Yazdıklarımıza, yaptığımız eylemlere, gösterdiğimiz tepkiye, sesimizin en yumuşak tonuna bürüyerek dile getirdiğimiz dostça uyarılara kulak asılmadığı gibi diş bilenip geçiliyor. Tamam, anladık devletli paşalara göre makbul adam değiliz, varlığımızın olmadığı gibi sözümüzün de bir kıymetiharbiyesi yok… Da, Yüksel Aytaç’ın kabahati ne?

 

Yaşı gereği yalnızca benim değil, hepimizin ağabeyi en başta… Dahası, halkın desteğini alıp beş yıl belediye başkanlığı yapmış eski bir siyasetçi… Yıllarını mesleğine vermiş deneyimli bir inşaat mühendisi en önemlisi de… Sözünün ağırlığı olması için bunca vasıf da mı yetmiyor hazretlere? Bulduğu her fırsatta anlatıyor, olmadı birkaç ayda bir gazetelere beyanat veriyor. Kent içindeki derelerin karşısına geçip,“Kardeşim, bunlar taşkın dereleridir. Müdahale edilemez. Yatağı daraltılmaz, üzeri kapatılmaz, köprüsü başka türlü yapılır. Yapılan uygulamalara bakıyorum, uykularım kaçıyor. Yahu bu dereler taşacak bir gün. Allah göstermesin, büyük felaket yaşanacak…” Anlatıyor da bencileyin vazgeçtim son deliği olmaktan, zurnada yeri bile olmayan birkaç sivri akıllıdan başka dinleyen kim bu sözleri? Sonuç ortada… Tanrı acıdı da, sözcüğün tam anlamıyla direkten döndü Zonguldak…

 

YASALAR İYİ, EYYAMCILIK KÖTÜ

Aslında onun uyarmasına da gerek yok, taşkın derelerden yaşam alanlarının nasıl korunacağına dair yürürlükte bir dolu kanun, tüzük, yönetmelik, yönerge var. Mevzuata göre bırakın üzerlerinin kapatılıp çevrelerinin yapılaşmaya açılması, suyun akışına mani olacak fidan bile dikilmesi bile mümkün değil… Yasa, “...Tesbit ve ilan edilmiş olan sınırlar içinde tesisat, inşaat veya tadilat yapmak, fidan veya ağaç dikmek yasaktır. diyor.  Devam ediyor ardından: “…Hükme muhalif olarak izin istihsal edilmeden yapılan ve suyun akmasına veya su seviyesinin yükselmesine tesiri olan tesisat, inşaat veya tadilat, dikilen fidan veya ağaçlar mahalli Su İşleri Müdürünün, yoksa Nafıa Müdürünün teklifi üzerine valinin kararıyla yıktırılır veya kaldırılır ve bu hususta yapılan masraflar sahiplerinden alınır.”

 

Yasa bu kadar net, ilgili yönetmelikse “İlgili kurumlarca yapılan denetimler neticesinde su akış kesitinin daralmasına sebebiyet verdiği tespit edilen yapılar, imar mevzuatına göre mülki amirlerin sorumluluğunda yetkili belediye veya özel idare tarafından derhal kaldırılacaktır.” diyor. Bunu şunun için yazıyorum, yasa ve yönetmelikler açısından uzun boylu bir sorun yok ortada... Tek sorun bu kenti yöneten mülki amirlerle yerel yönetimlerin eyyamcılık yapıp, doğanın aklına aykırı uygulamalara göz yummaları kesinlikle... Üşenmeyin, Zonguldak’ın içinden geçen derelerin çevresine bir de bu gözle bakın… Tamamının işgal altında olduğunu görecek, çarpık çurpuk yapılarla ticaret alanları oluşturan paragözlere siz de isyan edeceksiniz benim gibi… En çok da buna göz yumanlara elbette…

 

DOĞANIN AFETİ OLMAZ, GAZABI OLUR

Zonguldak’ın hem Ankara, hem de İstanbul bağlantısı ağır aksak bir çalışmayla duble yol haline getiriliyor. Bu çalışmada dere yatakları daraltılıyor, güzergâhları değiştirilip, menfezlere hapsediliyor.  Kesilen ağacınsa haddi hesabı yok… “Tanrı’nın işi” diyenlere de itiraz etmem ama doğa, milyonlarca yılda, büyük bir sabır ve aklın hayalin almayacağı bilgi birikimiyle yapıyor o suyolunu oysa… En bilgin matematikçinin bile hesap edemeyeceği birçok denklemi çözüp kâh batıp çıkarak, kâhsa menderesler şelaleler oluşturarak ulaşıyor dağ doruklarından denize. Biz bu akışı durduramayız. Mühendislik biliminin üçkâğıtlarından faydalanıp durdurduğumuzu zannederiz ama beş milyar yaşında olduğu tahmin edilen dünya için üç yıl, beş yıl, elli yıl, yüzyıl kelebeğin ömrü kadar ancak. Hiç acele etmez, günü gelir alır hakkını… Ankara karayolunuzu kapatıverir bir anda…

 

İradesini tek adama teslim etmiş kimi yalakaların allayıp pullamaya yetişemediği 3. Boğaz Köprüsü’nden temeli atılan havaalanına, termik santrallerden Karadeniz Sahil Yolu’na kadar doğaya düşman tüm projelere yapılan itirazlar birer Yüksel Aytaç çığlığı aslında… Nasıl bu kentte o sesi umursamayanlar ortaya çıkan sonucu Allah’a havale edip, yaratanı suç ortağı haline getiriyorsa aynısını devletli efendiler de yapıyor utanmadan… İş kazalarını “Ölüm bu işlerin fıtratında var” deyip geçiştirirken doğal afetleriyse “Allah’ın takdiri” olarak yutturuyor halka. Yazın bir kenara doğanın afeti olmaz… Doğa afet yaratmayacak kadar müşfiktir çünkü… Gazaba gelip, yasallıklarını hiçe sayan aymazlara yaşattığı felaketler olur yalnızca… Kentte olan bitenler de bundan ibarettir…

 

Ha bu arada, bir de Merkez Çarşısı için söyledikleri var Yüksel Aytaç’ın… Ey gafiller, onu da duymazdan gelmeye devam edin bakalım…