Zonguldak denildiğinde aklına ilk ne gelir insanın, soruyorum gayet ciddi ciddi. Bu ne şimdi, bu nasıl bir soru demeyin ve sizde kendinizi bu kentin içinde yaşayan bir Zonguldaklı olarak görün ve aklınıza ilk gelen şeyleri samimice, dürüstçe söyleyin. Dışarıdan bakanları, dışarıdan bizi yorumlayanları ayrı tutuyorum bu diyalogdan çünkü özeleştiri yapmanın zamanı çoktan geldi diye düşünüyorum. Zonguldak ile özdeşleşen ve onun en bilindik simgesi olan Maden kömürünü, Maden ocaklarını, Madencilerini bu defalık koyalım bir köşeye. Onların bu kente  ettiği hizmetleri ve bunca yıldır ayakta kalmamızı sağlayan cefa kârlıklarını, vefakârlıklarını kirletmeden, onları daha fazla incitmeden, bir parça da olsa huzur vererek anlamaya çalışarak minnet duygumla onları ayrı tutuyorum şimdilik..
Evet, Zonguldak denilince aklımıza ne gelir. Hiç bir fikri olmasa bile insanın “olmaması garip geliyorsa da” yerel basını şöyle bir göz ucuyla dahi taradığında, çevresine şöyle alıcı gözle içtenlikle baktığında ve köy kahvelerinde edilen kelamların, bu kentin sokaklarında, caddelerinde aynı samimiyetle sıcaklıkla konuşulduğunu duyan herkes, bilir neler oluyor bu kentte. Tabi ki gönül bağını kopartmamış buradan, bu topraklardan, bu coğrafyadan, yediği ekmeği hak etmiş, helal kılmış olanlar şu an için öncelikli olanlar.
En çok konuşulanlar üzerinden gidelim, aklımıza takılanlardan.
1:Belediyeler: Merkez belediye ve ilçe belediyelerinin hemen hemen hepsi eleştiriler bakımından gündemin en başında duruyor. Yerel basının malzeme olarak en çok beslendiği kurumlar Belediyeler. Yolsuzluklar, haksızlıklar, haksız kazançlar, adam kayırmalar, hizmet anlayışlarının olmayışı daha ileriye de gidilerek gizli kapaklı yaşamların deşifrelerine kadar satırlarda yer teşkil ediyorlar. Başkanlarının çalışmak ve hizmet üretmek dışındaki bütün vasıflarını biliyoruz neredeyse artık. Deşifre kısmında ikili ilişkilerin kayırdıkları nereye kadar ve kimi koruyup kolladıkları da aslında kendiliğinden ortaya çıkıyor, sadece iyi takip etmek gerekiyor yerel medyayı. Çok nazikçe bir açıklama olabilir şu ana kadar sıralananlar,  aslında işin doğrusu belediyelerin rezil rüsva edilmesine kadar geliyor iş. Yazıyorlar ve kal geliyor duruyorlar suyu bulandırıyorlar bir sonrasında suları kendi arıtma (!) teknikleriyle arıtıyorlar. Yazmaktan mı usanıyorlar, yoksa yazılanlar doğrultusunda eleştirilere maruz kalanlar kendilerine çeki düzen mi veriyor bilinmiyor, bilemeyiz de kapalı kapalılar ardında ikili ilişkilerde neler oluyor. Bir birlerinden ne rica ediyorlar, günahları boyunlarına. Ama şunu çok rahatlıkla gözlemleyebiliyorsunuz, bütün bu veryansınlar menfaatlere hizmet ediyor zira görünüşte değişen hiçbir şey olmuyor, yine aynı hamam aynı tas rutine bağladık yaşayıp gidiyoruz. Çözüm önerisi olanlar varsa bilmek adına yazarçizerse değerlendirilir yetkililerce.
2:Termik santraller ve çevre kirliliği: Genellikle bu konuda çok cılız kalan bir direniş söz konusu. Bir grup aktifistin canla başla çalışmaları, geleceğimiz üzerinden ve çocuklarımız ve onların sağlığı üzerinden konuya dikkat çekmeye çalışmaları, gündemin içinde yeteri kadar kendilerine yer bulamıyor. Elbette destek olunuyor lakin bir yere kadar, o yerin sınırını kimler çiziyor bilinmiyor. Termik santraller üzerinden sağlık konusuna dikkat çekilmeye çalışılsa da bu konunun sesi soluğu çabuk kesiliyor. Duyulan kadarı ise, var olan ve davamı gelecek olan sorunları çözmeye çözümlemeye yetmiyor. Hava kirliliğinin çevre kirliliğinin ötesinde, insan sağlığını açıkça tehdit eden bu büyük sorun aşılamıyor, kendini katlıyor giderek. Bizim yöremizde, geleneğimizde çok sık görülür ve duyulur “ağızlara bal çalmak” gibi bir deyimin pratikteki etkisi suskunluğumuz.
3.Filyos projesi ve istihdam alanları: Bu konuda söylenecek sözlerin ve bu konuyu anlatabilmenin algılayabilmenin insanları değiliz bizler. Defalarca çalış tayına konferansına katılmışlığım var, sayfa sayfa analizi edilip anlatılmış lığına tanıklığım var, yararı, önceliği, önemi tartışılmayacak kadar acil gerekliliği var. İşsizliği sonlandıracak ekonomimizi hareketlendirecek beklentisi var. var da var anlayacağınız. Ama hepsi kâğıt üstünde kalmış, bunu ben değil bu işe ömrünü vermişler söylüyor. Ne zaman köşeye sıkışılsa bir cankurtaran ihtiyaçlı lığında Filyos projesine sarılıyorlar. Bu durumlarda bir hareketlilik bir kıpraşma olsa da sonrasında ise bir tık ileriye gidilmeden kendiliğinden durağanlaşıyor mevzu. Çok köklü bir proje olduğunu söyler durular yıllardır, bir kök salamadı bu topraklara, eğer varsa bir gelişme ve ilerleme o zaman yerel basın yeteri kadar duyuramıyor yeteri kadar bilgilendiremiyor kamuoyunu. Cehaletimiz bilgisizliğimizden o zaman.
4:Siyaset: Sıralamadaki yeri nedir (?)  bilemedim. Belki de bu kentin en büyük önceliği siyaset ve siyasetin CHP kanadı. Kamuoyunu yeteri kadar meşgul eden, basının malzeme olarak hiç zorlanmadığı zamanları geride bıraktık sanıyorduk ama öyle olmadığını okuyor, duyuyoruz. İl başkanları, ilçe başkanları seçimleri kazasız belasız atlatıldı derken, birbiriyle küsenler barıştı derken, canciğer kuzu sarması olanlar darıldı kılıçları kuşandı derken, listeleriyle sıralamalarıyla hararetleri termometreyi sıfırladı derken, bitmemiş meğer. Daha bunu içselleştirememişken, hazmedememişken CHP de görev alan “bakın yapan demiyorum çünkü görev yapmaya fırsat bulamıyorlar” kadınların birbirlerine olan tahammülsüzlükleri ve birbirlerini alt etmek için verdikleri mücadelenin manşetleri çarpıyor göze. Parti içi huzursuzluğun izleri düşüyor satırlara sayfalara. Neredeyse birbirlerini bir kaşık suda boğacaklar, gözlerindeki nefret zehir saçıyor etrafa. Bu da bu kentin baş sorunlarından sayılabilir kanımca… Sadece kazan CHP de kaynamadı elbet ama kol kırılır yen içinde kalır diyenlerin seslerini yükselmedi diğer cephelerden. Ve onlar kendi tüzüklerine veyahut yöntemlerine göre görevlerini tamamladılar çoktan iş başı yaptılar bile. Sonra erkekler niye her alanda bizim önümüze geçiyor bizi örseliyorlar diyoruz. Biz kadınlar birbirimizi ne kadar örseliyoruz önce ona bir bakalım. Bakın şu an bir kadın olarak, kadınların bir siyasi partide bir hizmet kurumunda birbirlerine olan öfkesini yazıyorum. Bu konunun ayrıntısı çok uzar gider lakin yine de kadınları koruyup kollamak adına kısa kesiyorum. Bir an önce aranızda ki husumeti sonlandırın ve işe koyulunsun diliyorum.
5:Trafik sorunu: Ben bu kentin bir sakini olarak araç trafiğinden şikâyetçi değilim aslına bakarsanız. İhtiyaç var ki gereksinim duyuluyor ki temin ediliyor araçlar şartların yeterliliğinde. Coğrafi yapısı gereği, yeterli oranda ulaşıma alternatif yol güzergâhları olamasa da (!)  var olanını disipline etme acizliğini de değerlendirmek gerekir o halde. Araçların başlarına buyruk gelişi güzel konaklamasından şikâyetçiyim. Aklına esenin aklına estiği yere höd  höd aracını park etmesinden şikâyetçiyim. Kendini dokunulmaz görenlerden de şikâyetçiyim. Hele ki onlara ses çıkartmayan görevlilerden çok çok şikâyetçiyim. Sadece onlardan değil, yayalardan da şikâyetçiyim. Yayaların bilinçsizliğinden mahalle bakkalına gider gibi caddenin ortasından trafiğin göbeğinden salına salına gezenti gezenti gezmesinden de şikâyetçiyim. Geçmesinden diyemiyorum geçemiyorlar nedense bir türlü. Yaya geçidi kültürü ne yazık ki bilincimizde yer etmemiş, önüne ve işine gelen yerden dalıyorlar ulu orta.
Birbirine sarılmak için hal hatır sormak için yolun ortasında boş boş konuşanlardan, yaya kaldırımında sanki mayın döşeli de üzerine basarlarsa patlayacak tedirginliğiyle korkanlardan da şikâyetçiyim.
6:Zonguldak denildiğinde akla gelenlerle devam edelim. Hani şu kentin göbeğinde üçü bir arada tamda bu kenti simgelercesine yıllardır ne olacaklarına bir türlü karar verilemeyen kuleler geliyor akla. Yazmayan, çizmeyen, resmetmeyen söz etmeyen kalmadı da ama ne çare ki derde derman gelmedi kimseden, bu kadar aciz nasıl kalınır akıl ermiyor. Ustası, çırağı, kalfası, yahu en zor olanını yapmıyor mu bu kentin insanları, yerin yüzlerce altından ölüm kuyusu tabir edilen yerlerden ekmek parası çıkartan emek işçilerinden de mi utanmıyoruz.
Zonguldak denildiğinde akla gelenleri düşündükçe aklım kaçıyor yeminle. Emeğin başkenti denmesinden gururlanırken, emekçiye ne kadar saygı gösteriliyor gösteriyoruz bunun ölçeği beni aşar. Madencilerimiz dışında ne kadar emek veriyoruz emeğin başkentine bunun cevabı da yok bende.
Zonguldak demek alın teri demek, üretim demek, helal ekmek demekti bizim çocukluğumuzda, ne ara kodlarımızla oynadılar bizim de böyle satırlarda isyan eden iç sesimizle çıkamıyoruz işin içinden. Ne ara bunca sorunu doldurduk çuvalın içine de ağzını kapatıveriyor, yok sayıyoruz.. Görmedim bilmiyorum duymadım demek için feda ettiğimiz ne bizim?
Başımıza buyruk yaşama hevesi başımıza iş açıyor ve henüz farkında olmayabiliriz ama bundan hepimiz sorumluyuz. Gelecek kuşaklara diye diye,  gelecek kuşak geldiğinde gidecek yer buluruz umarım.