Yerel seçimler yaklaşıyor. Sosyalist soldakiler dışında tüm partilerde hummalı bir faaliyet var şu sıralarda. Bir yandan örgüt içi dengeler gözetilirken, diğer yandan da halktan en çok oyu alacak aday arayışı içinde herkes. En büyük talep, doğal olarak da en büyük sıkıntı AKP ile CHP’de yaşanıyor. Seçim kazanma şansı yüksek olan bu partilerde sözcüğün tam anlamıyla aday enflasyonu var. Kimileri halkın karşısında çıkıp, aday olduğunu açık yürekle söylerken, büyük çoğunluk da kulis çalışmaları ile süreci yürütüyor. Doğrusu ya, belediye meclisi ile il genel meclisi üyelikleri de bir kısım siyaset erbabının iştahını kabartıyor. Bir elin parmağı kadar az sayıda insan gerçekten hizmet için aday oralara. Bir bölümü meclislerin yaratacağı rantın ve kazandıracağı toplumsal statünün peşinde… Kimileri de ilerideki seçimlerde belediye başkanlığı ya da milletvekili adaylığı için sıçrama tahtası olarak kullanmak istiyor. Ayrımsız tüm partilerin iç hayatı antidemokratik olduğu için, bizeyse, kendi içimizden çıkardıklarımıza değil, sunulan listelere oy vermek düşüyor…

 

Bunca yıldır okur, yazarım, şu siyaset esnafının, kafasının, hangi noktada çalıştığını anlayamadım bir türlü. Her şeyi kendilerine hak gördüklerine, kendilerini herkesin üstüne çıkardıklarına göre, toplumun da en akıllısı olduğu iddiasındalar galiba. Dile getirmeseler bile içtenlikle inanıyorlar buna. Bana sorarsanız, inanmak ne kelime, resmen iman ediyorlar. Ortalama insanın bunca hırsı, kişisel ikbali için bunca gözü kara tavrı ortaya koyması mümkün değil ayrıca… Dahası bizcileyin sıradan insanların çok ötesinde bir vücut kimyasına, ruhsal yapıya sahipler. Tanrı kumaşlarını özel dokumuş sanki. Bunca çapraşık ilişki geliştirip, onca stresi yüklendikten sonra, bunca manevra kabiliyetine sahip olmak her babayiğidin harcı değil bence… Dün “ak” dediğine bugün “kara” diyebilecek, bugün sövdüğü insanlarla yarın kol kola girerek yol arkadaşlığı yapacak kadar ilkesiz olup, bunu “hizmet aşkı” ile başlayan cümlelerle topluma yutturmaksa havsalamın almadığı bir tiyatral yeteneğe karşılık geliyor.

 

HER ALT MAKAM BİR ÜST MAKAMIN GEÇİŞ KAPISIDIR

Gerçi Türkiye’de de böyle ama kendini “hini hacette” sayan, varlığının kent için yaşamsal önemde olduğunu düşünen mebzul miktarda siyasetçi eskisi var Zonguldak’ta. Bu zevat -Allah geçinden versin- gözlerini fani hayata yummadığı sürece her dönem, her yere aday kesinlikle. Muhtarlığı da yakıştırıyorlar kendilerine, cumhurbaşkanlığını da… Gözleri hep yükseklerde olsa da görevin küçüğü büyüğü olmaz onlar için; her alt makam, bir üst makamın geçiş kapısıdır nasıl olsa... İnanmayan arşivlere bakabilir, ister genel, isterse de yerel seçimlerde olsun, aday olarak, ilkin hep aynı isimler gelir gündeme. Çarkın öyle kurulduğundan olacak bu durum hiç değişmez… Kendileri aday olarak ortaya çıkmasa bile kentteki bir kısım aklı evvel allayıp pullayarak isimlerini atıverir ortaya. Tüm ışıltısızlıklarına karşın, kentsel siyasette epeyce de belirleyici olan bu çevreler her türlü fikri üretkenliğe olduğu gibi siyasetin yeni insanlarla, yeni bir soluk kazanması fikrine de uzaktır. Galiba öyle de olmak zorundadır.

 

Bu zevatın, mahcup bir çocuk gibi toplumun karşısına çıkıp “Yaşadıklarımdan ders aldım. Edindiğim deneyimleri halkımla paylaşmak istiyorum. Hizmet için adayım” ezber cümlesi ile adeta kendini bahşeden türevleri vardır bir de…  Konuşurken bal damlar dudaklarından. Yaşadıkları siyasetin kurdu değil de evliyası yapmış sanırsınız onları. Siyasi görevden uzak kaldığı yıllarda bir köşeye çekilip tefekkür etmiş de hayatın gizine ermiştir sanki. En büyük destekçileri de yerel basın içindeki yazar müsveddeleridir. Bu kısım kalem erbabı, eleştirel bakış, gerçekçilik, çağdaş kentçiliğin gerekleri, doğa insan dengesinin gözetilmesi, toplum yararı gibi kavramlardan hareket etmez genellikle…  Sözcülüğünü üstlendiği güç odaklarının gereksinimleriyle kendisinin ya da yakın çevresinin beklentileri daha önemlidir onlar için. O yüzden kudret sahibi her zata güzelleme düzerler bolca… Gerçeği kalp, kalbi gerçek yapmakta da son derece mahirdirler. “Üzerimde yoğun baskı var. Baskılara dayanamadığım için adayım” diye ortaya çıkan bir diğer siyaset esnafının en büyük müttefiki de bu kalemlerdir…

 

HEPSİ BİRBİRİNİN BENZERİ

Bir de normal zamanlarda imi timi bellisiz olup da seçim sathı mailine girildiğinde birden memleket sevdalısı kesilerek adaylığa soyunan tipler var ki, hele onları hiç anlamak mümkün değil. Dünya yansa bir kalbur samanı yanmayan, hiçbir toplumsal çabaya, kentsel arayışa omuz vermediği gibi yenilikçi fikirlere kapalı olan bu zevat, kentteki siyaset fukaralığının bir ürünüdür tam da. Siyasal bakışları kesintisiz bir sürece, bir yaşam biçimine, ahlaki bir duruşa, fikri birikime, devamlılığa yaslanmadığı için de sığ ve bir o kadar da kısırdır. Sabun kalıbı gibi ele avuca sığmayan bu tipler, daha büyük hedeflere sahip bir diğer siyaset erbabının koşu tavşanı olarak çıkar kimi zaman ortaya. Her koşu tavşanı gibi saman alevi gibi parlayan performansları ile asıl aktörü geçerek herkesi şaşırtabilir bazen. Ama kalıcı olamazlar kesinlikle. Tarih onlara öyle bir rol vermemiştir çünkü…

 

Yazıyı buraya kadar okuduysanız derin bir soluk alıp, gözlerinizi bir dakikalığına kapatın lütfen. Ve lütfen kentin kaderini elinde tutan çok değil belli başlı siyasetçileri bir bir aklınızdan geçirin. Betimlemeye çalıştığım bu tiplerle ne kadar uyumlu, birbirine ne kadar benzediğini görerek, şaşıracaksınız. Bana sorarsanız bu kentin en büyük sorunu bu siyasi kısırlık kesinlikle… Siyaset, ne yazık ki, bir fikir, proje yarışı değil de dengelere oynama sanatı olarak görülüyor bizim ellerde ve öyle de icra ediliyor. Eylemli olarak sokakların ışığında değil de, karanlık mahfillerde kotarılan alicengiz oyunları ile yaşama geçiriliyor. Bu yüzden merhemleyemiyoruz hiçbir yaramızı. On yıllardan bu yana aynı sorunlarla boğuşup durmamız da, bunca yıldır ağızlara pelesenk edilen aynı yalanlarla avunup durmamız da bu yüzden zaten…