Kendimize acı çektirmekten haz duyan o melun hastalığa yakalandığımızdan beri iyi, güzel ne varsa yasak ettik kendimize. İrademizi yitirip, bedenimizi çağıltıyla akan ulu ırmaklara bıraktık sonrasında, deliren sular bizi nereye götürürse oraya sürükleniyoruz. Çarptığımız kayaların tenimizde açtığı yaralar, kangrene dönüştü çoktan. Bilinçdışı devinimlerle suyun üstünde durmaya çalışıyor, bir şeylere tutunmaya çalışıyoruz. Nafile, yaptığımız her hareket, daha da gömüyor bizi derin sulara…
Aklımızı kiraya verdik kentçe, kim bize daha çok kötülük yapıyorsa, onu daha çok seviyoruz. Bize her zilleti reva gören siyasetin yüzsüzleri gibi, memleketin dört yanına zehir saçan fabrikalar kuran haramilere de minnet dolu gönlümüz. Çatalağzı’nda iki, bilemediniz üç kilometrelik yolu asfaltladı diye nasıl teşekkür edeceğimizi şaşırdık mesela. Yollara şükran afişleri aşıp, basın aracılığıyla minnet duygularımızı bildirdik. Vızır vızr çalışan ağır tonajlı kamyonlarıyla yolu bozan kendileriydi oysa…
“KİMİN PARASINI KİME VERİYORSUN” DİYE SORAMIYORUZ
Dedesinin yaşayıp, babasının doğduğu ata evini kat karşılığı müteahhide veren mirasyediyiz hepimiz. Şu sızılı kenti var etmek için bin bir yokluğun içinde yaptıkları güzelim binaları, dâhiyane köprüleri, sanayi tesislerini, okulları yıkıp geçiyoruz. Her biri, kendi ayak izlerimizin de bulunduğu ata mirası oysa. Gözümüz dönmüş, geçmiş de, gelecek de umurumuzda değil hiçbirimizin. Dileyen alınsın, bizden önceki kuşakların yaptığı ne varsa hepsine tiksintiyle baktığımıza göre, soysuzlaştık iyice…
Şu hale bakın: Filyos’ta en değerli topraklarımıza devlet zoruyla el konuluyor. Üç kuruşa tamah edip, “para etti” diye seviniyoruz. Bir gece yarısı kararnamesiyle, o güzelim arsalar birilerine bedava veriliyor. Tüm vergiler gibi, her türlü harç ve primden muaf tutuluyor ayrıca. Yetinilmeyip, milyonlarca lira “nitelikli eleman desteği” sunuluyor. “Kimin parasını kime veriyorsun” diye soramadığımız gibi, gidip, topraklarımıza bedava konan haramilerin kapısında iş dilenmekten utanmıyoruz bir de…
AKLIMIZI KİRAYA VERDİK KENTÇE
“Hastane yaptık” diyorlar, “Otoparkını unuttuk” deyip, yanındaki okulu yıkmaya çalışıyorlar sonra. Birileri okuluna sahip çıkınca karşısındaki okulu yıkmaya kalkıyorlar. Zebanilerin kini bitmiyor. Her türlü standarttan uzak, “macera parkuru” gibi kavşaklar reva görüyorlar kente. “Yol yapıyoruz” diye beton dökmedik bir karış sahil bırakmadıkları gibi birinci sınıf tarım toprakları üzerine, “lojistik merkez” janjanıyla kamyon durağı yapıyorlar. Bizse susuyoruz yalnızca. Allah’ım ne derin uyku bu…
Ereğli’den Filyos’a birçok liman var, sularında yolcu taşıyan bir tekne bile yok ama. Kıyı kentinde yaşayıp da, bir kez bile olsun deniz taşıtına binmeyen yüz binlerce insan bulunuyor. Kıyılarımız şantiye, depolama ya da döküm alanı olarak kiralanıyor. Yetmiyor, Filyos Irmağı’nın sedde içine alınarak çalınan yatağı, kirlinin de kirlisi yatırımlara açılıyor. Kente bu zilleti görenlerse sokaklarda kahramanlar gibi dolaşıyor. Tüm bunlar nasıl mı oluyor? Dedim ya, aklımızı kiraya verdik kentçe…