DÖRT ÇOCUK

Cumhurbaşbakanımız Recep Tayyip Erdoğan, evli çiftlere önceleri üç çocuk yapmalarını öneriyordu. Şimdilerde ise bunu dörde çıkardı. Hatta nikah şahitliğini yaptığı yeni evlilere beş çocuk yapmalarını önerdiği de oluyor. Bunun nedeni herhalde nüfusumuz çoğaldıkça daha güçlü olacağımızı düşünmesidir diye düşünüyorum. Bazıları da hızla artan Kürt nüfusunun Türk nüfusunu geçeceği endişesinden kaynaklandığını söylüyor ama ben buna pek katılmıyorum.

Gerçekten nüfusumuz artınca daha güçlü mü olacağız? Eskiden olsaydı bu doğru olabilirdi. Zira eskiden devletlerin ve hatta ailelerin gücü nüfusları ile doğru orantılıydı. Nüfüs ne kadar fazla ise savunma gücü ve toprağı işleme gücü de o oranda artıyordu. Ama durum şimdi öyle mi; ona bakalım.

Son yüzyılda artan teknoloji ve buna bağlı ekonomik gelişmeler nedeniyle, artık güç insanların nicelikleri (sayıları) ile değil, nitelikleri ile ölçülür olmuştur. Yani insanları iyi besleyemez ve iyi eğitemez iseniz; artan insan sayısı ilerlemeyi değil, tam tersine gerilemeyi tetiklemektedir. Örneğin, dünyada toplam nüfusu 15 milyon civarında olan Yahudiler yine dünyada toplam nüfusu 1,5 milyara yakın Müslüman nüfusa meydan okuyabiliyorlar. Neden? Zira nitelikli yani eğitimli insan yetiştiriyorlar ve bu nedenle zenginleşiyorlar. Yine başka bir örnek; Hollanda'nın nüfusu 17 milyon ve kişi başı milli gelir 53 bin dolarken, 1,250 milyar nüfuslu Hindistan'da kişi başı milli gelir 1.483 dolardır. Veya 11 milyon nüfuslu Belçika'da  bu rakam 48 bin dolarken 28 milyon nüfuslu Afganistan'da sadece 575 dolardır. Neden hep paradan bahsediyorum? Zira artık zamanımızda para güç demektir ve parayı da nitelikli insanlar kazanabilir.

Peki, Türkiye'de durum nedir? Çocukluğumda Nasrettin Hoca fıkraları moda idi. Konumuz ile ilgili bir tanesini anlatayım: Hoca bir gün göl kenarında çamurdan adam yaparken, oradan geçen biri Hoca'ya ne yaptığını soruyor. Hoca da ''Çamurdan adam yapıyorum. Rızkını vermedikten sonra yap yap salıver; ne olacak ki!'' diyor.

   

Şimdi verilere göre konuşalım:  Kamu-Sen'in geçen Mart ayında yaptığı araştırmaya göre 4 kişilik bir ailenin asgari geçim endeksi 3.866 liradır. Türk- İş'in geçen aralık ayında yapmış olduğu hesaplamaya göre de bu rakam 4.014 liradır. Buna karşılık 2015 yılının ilk yarısı için asgari ücret net 949 lira, ortalama memur maaşı 2.500 lira ve ortalama işçi maaşı da 1.500 lira civarındadır. Bu durum bizim yukarıdaki Nasrettin Hoca fıkrasını hatırlatmıyor mu? Bu şartlarda nitelikli insan nasıl yetiştirilecek? Nüfus artışının bizim için avantaj mı dezavantaj mı olduğunun hesabını artık siz yapın.

Bildiğiniz gibi, iletişimin ve ulaşımın çok kolaylaşması ve yoğunlaşması nedeniyle, dünya artık moda deyimle küreselleşmiş; yani göreceli olarak küçülmüş ve  insanlar adeta tek bir ülkede yaşar gibi olmuşlardır. Bu nedenle, meselemize küresel boyutta bakmamızda yarar vardır.

Bilimsel değerlendirmelere göre, dünyanın sonunu nüfus artışının getireceğini biliyor musunuz?

Birçok insan ve hatta birçok yönetici bunun hesabını yapıp dikkate almıyor. Halbuki tabiatın bir dengesi olduğunu ve bu denge bozulursa bunun sonuçlarının hiç de iyi olmayacağını hepimiz biliyoruz. Tabiat, canlılar ve özellikle insanlar konusunda da kurduğu dengeyi milyonlarca yıldır sürdürmüştür. Bu nedenle insan sayısını dengeyi bozmayacak şekilde belli bir seviyede tutmuştur. Bunu da gerektiğinde tabii afetler, hastalık salgınları ve hatta savaşlar vasıtasıyla sağlamıştır.

Ama 19. yüzyılın ikinci yarısındaki sanayi devriminden sonra; ve özellikle 20. yüzyılın başlarından itibaren insan sayısındaki bu denge süratle bozulmuştur. Zira teknolojide ve tıptaki gelişmeler nedeniyle artık insanlar daha iyi beslenmekte, kolayca ölmemekte ve daha uzun yaşamaktadırlar. Böylece  dünyadaki insan sayısı da büyük bir hızla artmaya başlamış ve 20.yüzyılın başlarında 1,5 milyar olan dünya nüfusu bu gün 7,5 milyar gibi korkunç bir rakama ulaşmıştır. Tabii ki bu artma halen ürkütücü boyutlarda  devam etmektedir.

Tehlikeyi görmeyenler bunda ne var, dünya hala bu nüfusu besliyor diyebilir. Ama gerçek şu ki bu terazi bu sikleti daha fazla kaldıramaz. Nasıl ki kaçak göçmenler gibi 10 kişilik bir bota 50 kişi doldurursanız bot batar; aynı şekilde dünyanın da bir kapasitesi vardır. Orta yaştaki veya daha yaşlı insanlar tabiattaki ve çevredeki değişikliklere açıkça şahit değiller mi? Örneğin, eskisi kadar kar yağıyor mu? Eskiden şırıl şırıl akan dereler veya su kaynaklarının bazıları gözümüzün önünde birer birer kurumuyorlar mı? Yeraltı suları çekilmeye başlamadı mı? Koca Konya Ovası bile susuz kalmadı mı? Toprak gittikçe verimsizleşmiyor mu, denizdeki eski balık bolluğu, eski ormanlar nerede?

İşte küresel ısınma denilen belanın, çevre kirlenmesinin, bunlara bağlı mevsim değişikliklerinin ve tüm yukarıda saydığım bu olumsuzlukların nedeni; insan sayısının aşırı artması ve bu nedenle daha fazla insanı besleme çabalarının sonucudur. Bilimsellikten uzak olan 'çoğalabildiğimiz kadar çoğalalım Allah nasıl olsa rızkını verir' safsatası da bunun başlıca sebebidir.

Dünyanın etrafını çeviren insan yaşamına elverişli atmosferin kalınlığı sadece 5-6 kilometredir. Ben bir hesap yaptım: Dünyayı 3m. çapında bir küreye indirgediğimizde bu kürenin üzerindeki atmosferin kalınlığı 1 mm kalınlığında bir zar kadar kalıyor. Şimdi düşünün: 7,5 milyar insan bu atmosferi her gün nasıl kirletiyor!  Milyarlarca araba havaya sürekli egzoz gazı salıyor. Milyarlarca evin bacasından ve fabrikalardan çıkan gazlar ve ısı havanın gaz ve ısı dengesini süratle bozuyor. Teknolojinin, sanayinin ve çağdaş yaşamın getirdiği  olumsuzluklar nedeniyle, havaya salınan ve sera etkisi yaratan daha birçok zararlı gaz atmosferi geri dönüşü olmayacak şekilde kirletmeye devam ediyor.

Her insan günde ortalama 50 litre su kullansa, yani kirletse bu da günde 375 milyon ton tatlı su demektir ki dünyanın tatlı su kaynakları öyle sanıldığı kadar bol değildir. Dünyada şimdiden 80 ülke su sıkıntısı çekmektedir ve 'geleceğin savaşları su yüzünden olacaktır' teorisi de boş değildir.

Aslında bu konuda yazılacak çok şey vardır. Bütün bunlar bir köşe yazısına tabii ki sığmaz. Ama kısa bir teknik bilgi daha vereyim: Sera gazlarından karbondioksit (CO2) sanayi devriminden önce havada %0.028 oranında bulunuyordu. Bu gün ise bu oran %0.332'dir. Bu miktar havada 1 derecelik sıcaklık artışına neden olmuştur. Eğer %0,45 seviyesine çıkarsa bu da 2 derecelik artış demektir ki; küresel ısınmanın ve iklim değişikliklerinin başlıca sebebidir.

Özetlersek; aşırı nüfus artışı a) Küresel ısınmaya, b) İklim değişikliklerine, c) Su kaynaklarının tükenişine, d) Toprağın çölleşmesine, e) Dünyanın akciğerleri olan ormanların tükenmesine, f) Başta balıklar olmak üzere hayvansal gıdaların  ve birçok bitki ve hayvan türlerinin yok olmasına sebep olmaktadır. Tüm bunlar bir araya geldiğinde dünya artık insanların yaşayamayacağı bir yer haline gelecektir. Zaten akıllı ve teknolojiyi iyi kullanan insanlar şimdiden uzayda yaşayacak yerler aramaya başladılar bile!

(Kitaplarını bilimsel ve gerçek verilere dayanarak yazan ünlü yazar Dan Brown, Cehennem  isimli kitabında bunu çok güzel ifade etmektedir. 574 sayfalık bu kitabın 170 sayfalık bölümü de Türkiye'de geçmektedir.)

O halde, insanların sonsuza kadar dünyada mutlu bir şekilde yaşayabilmelerini temin etmek için; ve her şeyden önce dünyayı ödünç aldığımız torunlarımıza yaşanabilir bir dünya bırakmak için, insan sayısını ülkemizin ve dünyanın besleyebileceği optimum düzeyde tutmak zorundayız.

Ayrıca unutmayın ki toplumların gücü ve kalitesi artık barındırdıkları insan kalabalığı ile değil; insanlarının nitelikleri ile doğru orantılıdır.