Ahmet Öztürk
Haklarını teslim etmek gerek, goygoyculuğu iyice meslek edinmiş kimi aklıevveller dışında yerel basında kalem oynatan herkes, pek çok konuda, defalarca uyarı yazısı aldı kaleme. Meydana gelmesi muhtemel kötü senaryoyu da ortaya koyarak kentteki pek çok soruna defalarca işaret etti. Bizim şişinmekten neredeyse patlayacak yetkililerimizse yazılanların çok büyük bölümünü hiç dikkate almadı. Almadığı gibi kulağının üstüne yatıp, burun kıvırıp geçti… Körün gözüne sokar gibi yazılan yazıları görmezden geldi ya da. Tüm ülke için geçerli belki ama bizde tavan yaptı iyice, idarecilerin eyyamcılığı değişmeyen yazgısı oldu Zonguldaklıların. Durduk yerde mal ve can güvenliğini tehdit eden bir olayla karşılaşmak, pisipisine yaralanıp, sakat kalmak, ecelsiz ölümlerde yitip gitmek vukuat-ı adiyeden oldu bizim kentte…
Bunca yıldır “dostlar alışverişte görsün” türünden uygulamalarla günü kurtarmaya çalıştıklarına göre bu kenti yönetenler “etkin denetim” denen kavramla hiç tanışmadı galiba. Canı isteyen, istediği uygulamayı, canının çektiği gibi yapabiliyor çünkü. Anımsayacaksınız, Gazipaşa Caddesi’nin göbeğinde kazı yapan işçilerin üzerinde hiçbir koruyucu eşya olmadan çalıştıklarını yazmıştı bizim gazete. Ertesi gün bir şeyler değişir, işçilere başta kask, korunaklı ayakkabı, gözlük, eldiven gibi malzemelerden en azından birkaçı dağıtılır diye umuyordum. İnanılması güç ama tınmadılar bile. Kentin göbeğinde en ilkel yöntemlerle çalışmaya devam ettiler. Oralarda nasıl çalışılması gerektiğine dair bir sürü mevzuat, haddinden fazla yasal düzenleme var oysa… Sözüm ona uyulup uyulmadığını denetleyecek iş güvenliği müfettişleri, asıl işveren konumundaki belediyenin kontrolörleri, denetim şirketinin uzmanları var ama herkesin bildiğini okuduğu garabete çözüm getiren bir Allah’ın kulu yok ortalıkta…
NE YAZARSAK YAZALIM AYNI TAS, AYNI HAMAM
İstatistikler ortada, en çok iş kazası inşaat sektöründe oluyor. Bizse ancak ölümlü kaza olursa duyuyoruz. Her yerde pıtrak gibi biten inşaatlarda iş güvenliği kurallarının asgarisine bile uyulmuyor. İşçilerin hangi şartlarda çalıştığını herkes görüyor da, bir tek yetkililer görmüyor ne hikmetse… Eyyamcılık daha fazla işlerine geliyor, ya da daha kârlı geliyor çünkü. Hatıralardadır, iki yüz yıllık üretim kültürüne sahip ve halen yerin yüzlerce metre altında, binlerce insanın, milyonlarca ton üretim yaptığı madenci kentinde, kanalizasyon kanalı kazısı sırasında meydana gelen göçükte, üç kuruş maaşla çalışan gencecik bir işçi yaşamını yitirmişti. Yapılan çalışmanın iş güvenliği kurallarına aykırı bir şekilde sürdürüldüğünü defalarca yazdığım halde kimsenin kılını kıpırdatmayı bile başaramamış, ardından da “cinayeti gördüm” başlıklı bir yazı kaleme almıştım… Aldım da ne oldu? Hiç. Aynı tas, aynı hamam…
Ya Çaycuma’daki köprü faciasına ne demeli? Facia değil de cinayet demeli en başta… Daha önceleri köyündeki çevre katliamını gündeme getirdiği için, ilin en ücra beldesine sürgün edilmek dâhil başına gelmedik kalmayan emekli öğretmen Mevlüt Kırnapçı, kendisine ait internet sitesinde, köprünün tehlikede olduğunu belirterek, “Benin gördüğümü inşallah yetkililer de görüyordur” diye haber yaptı. Kocaman bir fotoğraf da koydu üstüne. Kırnapçı’nın yazdığı her yazıyı satır satır okuyup suç unsuru arayan devlet, bu uyarıyı görmedi nedense. Çok değil beş, on gün sonra da köprü göçtü. Aralarında yazılanları görüp harekete geçmesi gereken Çaycuma Belediye Başkanı Mitat Gülşen’in babasının da olduğu 16 insan, katliam gibi kazada yitip gitti ne yazık ki. Kimilerinin cansız bedeni bile bulunamadı. Yakınları bir yandan onları, diğere yandan da olayın sorumlularını arıyor hâlâ…
DEVLET SUÇLULARI SAKLIYOR
Bana sorarsanız, acılı aileler için deli akışlı Filyos Çayı’nın sazlık, bataklık kıyılarında yakınlarını bulmak, olayın faillerini bulmaktan çok daha kolay. Devlet sorumluların ortaya çıkmasına izin vermiyor çünkü… Hepimiz hayretle izledik, eyyamcılık yaparak köprünün yıkılmasını seyreden ilgililer sıra suçluların yargılamasına geldiğinde bir ateş parçası kesildi adeta. Ölenin, öldüğünün yanına kâr kalmasını istediklerinden olacak, Zonguldak ve Kastamonu valilikleri soruşturma yapılmasına izin dahi vermedi. Gövdesini zanlıların üzerine siper ederek, koruması altına aldı. Yargılanmaları önemliydi oysa. Görevini suiistimal ettikleri için ölümlere neden olan kişilerin cezalandırılmaları, kamu vicdanının rahatlaması yanında örnek de oluşturabilir, üzerimize bir karabulut gibi çöken eyyamcılık hastalığından bir ölçüde de olsa kurtulmamıza yardımcı olabilirdi… Olmadı… Bu kadarcık şey bile çok görüldü bizlere…
Başta Filyos-Zonguldak karayolu olmak üzere eyyamcılık örneklerini çoğaltmak mümkün. Birkaç gün önce de Gazipaşa Caddesi’ndeki eski bir yapı, olduğu yere çöktü. Gazetemizin de yazdığı gibi Zonguldaklıların verilmiş sadakası varmış, olay gecenin ilerleyen saatlerinde oldu da can kaybı olmadan atlatıldı. Çöken yapıyı, ta en eski halinden beri biliyorum. Üzerine çıkılan katların nasıl yapıldığını gördüm çıplak gözlerle. Lokanta olarak çalıştığı sıralarda da üst katlarını bir müşteri olarak gezdim. Labirentlerden geçilerek gidilen lavabodan yolunu kaybetmeden dönmek, hüner istiyordu. Her şey o kadar uydurmaydı yani… Planlamasından, konumlanışına kadar her yandaki iğretilik sıradan bir bakışla bile seziliyordu. Sormadan edemeyeceğim, bunu ben gördüm de, görmesi gerekenler neredeydi? Nerede olacak, eyyamcılık yaparak gününü gün etmekle meşguldü… Yazıyorum buraya başta belediyeler olmak üzere bu kenti idare edenlerde bu vurdumduymazlık devam ettiği sürece, daha çok canımız yanacak bizim. Daha çok ecelsiz ölüm, kaderimiz sayılacak…