1985 yılında, 17 yaşımda tanıştım O’nunla. İstanbul Topkapı’da bulunan İZ-SAL Döküm Sanayi adlı bir fabrikasının içinde bulunan, iki katlı, sıradan yönetim binasının ikinci katındaki, yaklaşık 12 metrekare kadarlık odasında ahşap bir masa, eski tip bir sandalye ve çevirmeli telefondan başka bir eşya gözüme çarpmamıştı.
Dünyadan bihaber bir çocuktum. Üniversitede tutunmaya çalışıyordum. Meslek lisesinde fizik, kimya, matematik derslerini çok az okuduğum için türev, integral, kimyasal reaksiyonlar, manyetik alanlar, ivme gibi konular beynimi epey zorluyordu.
Lisedeyken dersaneye gidip ek ders alabilen 20 kadar sınıfdaşım hiç derse girmeden bu zor derslerden 100 alırken ben 50’yi zor buluyordum.
İlk sene sınıfımızda 64 gariban Anadolu çocuğu vardı. İkinci sene bunların yarısı matematik, fizik, devre analizi gibi derslerden üstüste iki kez kaldıkları için okuldan atıldılar. İlerleyen yıllarda af çıkınca bazıları okula geri dönebildi...
O zamanlar üniversiteden atılmak diye bir kavram vardı. Nice canları yaktı, yetenekleri biçti bu uygulama. Az daha ben de atılacaktım. Sabahlara kadar türev, integral kurallarını ezberleyerek badireyi atlattım. Hala aklımdadır “Sinx’in türevi eksi Cosinüsx” türü az gerekli bilgiler.
İlginç olan şu, 30 yıldır meslek liselerinde elektrik-elektronik öğretmenliği yapıyorum. Üniversitenin ilk iki yılında okuduğum genel bilgi derslerinde öğretilen şeylerin binde 1’ini bile işimde hiç kullanmadım.
Neyse, konuyu dağıtıp aklınızı karıştırmayayım. Üniversitenin ilk yılında hep okulu bırakıp, yeniden sınava girerek başka bir dala geçmeyi düşündüm. Zira teknik eğitim fakültesinin elektrik bölümünün dersleri bana çok ağır gelmişti.
İşte bu bunalımlı dönemde İzzet Baysal’ın Vakfının şefkat eli uzandı. Ayda 20 bin TL (bugünün parasıyla yaklaşık 1000 TL) burs almaya başladım. O zamanlar memur olan babamın maaşı 60 bin TL idi...
Eğer İzzet Baysal’ın sağladığı burs olmasaydı İstanbul’da perişan olacaktım. Okul da bitmezdi.
1989 yılının Haziran ayında Sayın Baysal’ın elinden son bursu almaya gittim. Buyur etti. “Otur evladım” dedi. “Biz sana bursu karşılıksız verdik. Bir tek talebimiz var. Bu ülkeye faydalı bir insan olmalısın. Çalışkan ve idealist olmalısın...” Bu nasihati alarak yanından ayrıldım. Aradan geçen 31 yılda tavsiye ettiği çizgide ilerlemeye çalıştım. Eğitimci olarak çalıştığım okullarda hastalık raporu, mazeret izni nedir hiç bilmedim. Beni okutan devlete ve İzzet Baysal’a layık olabilmek için 50’den fazla da kitap yazıp yayınladım.
Ülkemizde “sosyal sorumluluk” kavramını en iyi anlamış 5 - 10 varlıklı insandan birisi İzzet Baysal’dır. Son 30 yıl boyunca medyada çıkan Baysal konulu tüm makaleleri, web sitelerini okudum. Kitapları temin ettim. Videoları ayrıntılı izledim. Kanaatim şudur: Hala daha İzzet Baysal’ı yetkin biçimde anlatan bir film, kitap, makale yoktur.
Sayın Baysal, ders kitaplarında yer almayı hak edecek evsafta, yücelikte bir insandır. Biz O’na tam layık olamadık. O’nun gibi nitelikli projeler, eserler ortaya koyamadık.
Baysal’ın kurduğu mükemmel üniversitenin son çeyrek asırda çok onurlandıran bir patentini, buluşunu, eserini göremedim... Anadolu’nun en sıradan üniversitelerinden faydalı projeler çıkıyor. Ama bu kurum kenarda beklemeyi tercih ediyor. Burası yıllarca FETÖ yandaşlarının yoğun olarak yuvalandığı bir yer oldu. Son 3 yılda bazıları temizlendi. Ama hala CIA kuklalarının kimilerinin göreve devam ettirildiği kanısındayım.
Gelişmiş ülkelerde (ABD, Japonya, Almanya, Güney Kore vb.) çok varlıklı kişilerin kurduğu vakıflar mükemmel işlere imza atıyor. Japonların JICA adlı bir vakfı var. Çoğu kimse bilmez ama her projede JICA’yı görebilirsiniz.
Özet olarak, İzzet Baysal’ın sosyal sorumluluk projelerine bakışının tüm topluma rol modeli olacak biçimde anlatılması icap ediyor. Bolu’nun ileri gelenlerinin (kanaat önderlerinin) yeni kuşaklara bu felsefeyi aşılama noktasında daha çok çaba sarfetmesi lazımdır. Baysal Vakfı’nın bursiyeri olarak her türlü çalışmada bedelsiz olarak görev almaya hazırım.