Röportaj

Memişoğulları’ndan Bartınlı Şeker Ali

Babası cephede kalan bir yetimin yumurta satmayla başlayıp, Zonguldak’ta varsıllığın simgesi haline dönüşen öyküsü

Abone Ol
“Zonguldak’ın dün bugün köprüleri” adlı yazı dizimize bu kez 78 yıldır kesintisiz olarak ticari faaliyetini sürdüren Ali Şeker ve Oğulları Kolektif Şirketi’ni konuk ediyoruz.  Zonguldaklı olup da o ticarethaneye yolu düşmeyen yoktur herhalde… Soğuk kış günlerinde bir yandan verilen siparişin bulunup paketlenmesini beklerken, diğer yandan dükkanın ortasında harala gürele yanan sobanın sıcağına vücudunu teslim etmeyen çok az kişi kalmıştır Zonguldak’ta… Aynı zamanda kasa olarak kullanılan masanın üzerinde bir tabağın içinde bulunan minik şekerlerin tadı ağzına yayılırken, müessesenin adıyla damağındaki tat arasında bir bağıntı kurmaya çalışan insan sayısı da hayli fazladır; ayaklarına kara sular ininceye kadar aradığı bir malı tozlu rafların bir köşesinde bulmanın seviniciyle dükkandan çıkanlar gibi tıpkı…

 

Yaşı bir parça kemale erenler bilir, Bartın’dan içinde envai çeşit sebze yükü ile gelen kayık irisi tekneler demirlerdi limana. Geleneksel el yapımı işçiliği ve gemi mühendisliğinin ilk bilgilerinin bileşimiyle yapılan o takalardan iskeledeki taze balıkların yanına dalından sabaha karşı kopmuş yemyeşil sebze dolu kasalar, çuvallar boşaltılırdı. Bu kayıklar yalnızca sebze, meyve değil, Bartın’dan Zonguldak’a insan da taşırdı. Bir o kadar da hikaye vardı elbette o takaların içinde… Bir hikaye de “Şeker Ali’nindi… Yeni tipte tekneler çıkalı beri denizlerden çekilen o takalarla Bartın’dan Zonguldak’a gelerek sattığı yumurtadan nafakasını çıkarmaya çalışan Memişoğulları’ndan Ali’nin hikayesi, çok değil kırk elli yıl sonra Zonguldak’ta varsıllığın simgesi haline dönüşecekti.  

 

Aslında hepimizin gibi bir hikayesi var Şekerlerin. “Bartınlı Şeker Ali” namıyla maruf Ali Şeker’in babası Hüseyin, o daha 6 yaşındayken Irak’ta şehit olmuş. Harplerin, kırımların zamanı o yıllar Ali Osmani’nin de son zamanları. Kurulacak cumhuriyet, kimi insanların önüne yeni kapılar açarken, başta Osmanlı paşaları, devlet erkanı olmak üzere pek çok insanın da hazin sonu olacaktır. Babası şehit olduğunda ablası 10 yaşındaymış henüz, kendisinden küçük iki kız kardeşi ve anasıyla çok yokluk çekmiş. Geçinmek için ticarete başlamış, küçük yaşta yumurta, tavuk ve topraktan ne yetiştirebildiyse satmaya başlamış. Zonguldak’ı ticaretinin merkezi haline getirmiş zamanla. Bartın ürünlerini satarak başladığı ticaretten elinde biraz para birikince Zonguldak’a yerleşmeye karar vermiş. Zonguldak’a demiryolunun döşendiğini duymuş, öğrenmiş ki, ileride bu mevkie istasyon kurulacak insanların akın akın geldiği bir yer olacakmış. Azmetmiş Ankara Caddesi’nde (Yeni Çarşı) bir bakkaliye dükkânı açmış. Sonra yavaş yavaş ailesini de getirerek temelli Zonguldak’a yerleşmiş.

 

İlk iki yazıda Mengenli ve Hemşinli ustaların hayat hikayelerine ortak ettik sizleri. Bir kültürler mozaiği olarak da süren söyleşilerimizde Muhabirimiz Nermin Akkaya bu kez Bartınlı İşadamı Ali Şeker’in, namı diğer “Şeker Ali”nin hikâyesini oğlu Erdal Şeker’den dinledi. Seksen yılı aşkın bir zamanda yaşanan ticari olaylar kentin nerden nereye geldiği kadar bir toplumsal dönüşümün de hikayesi aynı zamanda. İnsanların her şeyini birbirine emanet ettiği, dükkan kapılarının açık bırakılarak rahatlıkla terk edilebildiği o zamanlardan, çocuklara “Babana bile güvenmeyeceksin” sözcüğünün en önemli hayat dersi olarak öğretildiği bu zamana gelirken okuduklarını içinizi burkacak biraz…

 

Ali Şeker Nalburiye Zonguldak'ın en eski işletmelerinden biri. Bize ticarethanenizin geçmişini anlatır mısınız?

Babamdan duyduğum kadarıyla ticarethanemizin geçmişini anlatayım. Rahmetli babam Ali Şeker ilk ticarethanesi olarak 1925 yılında Yeni Çarşı'da bakkal dükkanı açmış. 1935 yılında arka caddede bir başka dükkana geçmiş. Ben 1943 doğumluyum. Tam hatırlayamam. Babamdan duyduğum kadarını söylüyorum. 1945-1950 yılları arasında nalburiye olarak mevcut bulunduğumuz binaya Ali Şeker Ticarethanesi'ne geçtik. 1950 yılında bakkaliye işi tamamen bırakıldı ve nalbur çeşitleriyle iş tamamen başlamış oldu. O zamanlar bu işin başında babam Ali Şeker vardı. Rahmetli babam 6 yaşında öksüz kalmış ve üç kız kardeşinin vebali de üzerinde olduğu için çalışıp genç yaşta hayat mücadelesine düşmüş. İstediği gibi okuyamadığı için çocuklarını okutma hevesi vardı. Bir eğitim aşığıydı. Türkiye'de harp yıllarında hiç kimsenin çocuğunu kolay kolay okutmayı beceremediği 1940 ve 1945 yıllarında iki tane büyük ağabeyimi sırayla İstanbul'da Galatasaray Lisesi'ne okutmaya gönderdi. Babam okutmaya önce büyük ağabeyimi sonra da Hüseyin ağabeyimi gönderdi. Büyük ağabeyim okuduktan sonra 1951 yılında Almanya'ya giden ilk Türk talebesi oldu. Hüseyin ağabeyim de Galatasaray Lisesi'nde okurken babamın rahatsızlığı nedeniyle okulu bırakıp ticarethaneye geldi. Ben de 1955 yılında Galatasaray Lisesi imtihanlarına girdim ve kazandım. 6-7 Eylül hadiselerindeki haberleşme zorluğundan ötürü okuldan bana bildiremedikleri için kaydımı yaptıramadım. Dolayısıyla ben de Zonguldak'taki Ticaret Lisesi'nde okudum. 1961 yılında liseyi bitirdikten sonra İktisadi ve Ticari Bilimler Akademisi'ne gittim.

 

“BABAM TİCARETTE YUMURTA SATARAK BAŞLAMIŞ”

Babam daha önce Zonguldak'a Bartın'dan yumurta satmak için geliyormuş. Babam ticarete yumurta satarak başlamış. Böyle para kazanmaya başlamış. Daha sonra Karaelmas Mahallesi'nden yer alıyor. Yeri özellikle çarşıya yakın olsun diye istasyonun karşısından almış. Biz 5 kardeş olarak orada büyüdük. Bartın'daki kökenlerimize Memişoğulları denirmiş. Biz bilmiyoruz ama Zonguldak'ta babamı Şeker Ali olarak tanırlarmış. Ticari hayatımız inişli çıkışlı, renkli renksiz olaylarla bugüne geldi. 1955-1956 yıllarında Milli Koruma Kanunu çıktığında ağabeyim Hüseyin Şeker iki sefer gereksiz yere bu kanunun acımasızlığından hapis yattı.

 

‘İŞÇİNİN EMANETÇİSİ GİBİYDİK’

Babamın güvenirliği nedeniyle bütün çalışanlar paralarını babama emanet edermiş. Rize'den ve doğudan Zonguldak'a çalışmaya gelenin veya madencinin emanetçisi gibiydi. İşçi parasını saklayamıyor, emanet için bize bırakıyordu. Adamların çarşıya gidecek hali yok ve bankalar saat 5 dediğimi kapanıyor. Adam saat 7'de vapur boşaltıp hamallık yapmış, bankaya da yatıramadığı için maaş alan kazandığı parayı getirip bize bırakırdı. Köylerine giderlerken de bir ufak kartvizit vardı. O kartvizitin arkasına kaç liraysa verirdik giderlerdi. Para biriktirdikten sonra köylerine giderler. Hamallık yapmak için buraya gelenlerden yoksul olanları biz evimize davet edip bakardık. Tabii bunlar para karşılığı yapılmazdı. Gariban oldukları için bakardık. Burada işçi hanları vardı. Oralarda yatırır harçlık verirdik.

 


Paralarını emanetçi olarak size bırakanlarla ilgili başınıza gelen unutamadığınız bir anınız var mı?

Hiç unutmam, 1955-1956 yıllarında Erzurum İspirli bir hamal iş kazasında rahmetli oldu. O zamanın parasıyla bizde 100 veya 200 lira parası vardı. Burada da kendi hemşerilerinden başka kimsesi yoktu. Babam buradan vapura bindi Trabzon'a gitti. Oradan da Rize'ye gitti. Rize'den de Erzurum İspir’e geçti. O işçinin ailesini buldu. Babam o kişinin ailesine 'Bizde şu kadar parası var' dedi. Ve o parayı dağıttı onlara. Babam da o işçinin 200 lirası vardı ve oraya vapurla gitmek o paradan fazlaydı. Babam yol parasını cebinden karşıladı. Parayı köyde ailesine teslim etti. Hiçbir tanesi de bana eksik veya fazla para verdin demedi.  O zamanlarda insanlar birbirine güveniyordu. Şimdi mahkemelerin yapamadığını o zamanlarda insanlık yapıyordu. İnsanlar kendi adaletini sağlıyordu. Bunları şimdiki nesillere anlattığımda inanmıyor. Şaşırıyorlar.

 

Eski iş hayatınızla şimdi ki iş hayatınızı kıyasladığınızda en çok öne çıkan anılarınız nelerdir?

Zonguldak o zamanlarda canlı ve güzel şirin bir şehirdi. Kazanmak, çalışmak çok zordu. Herkes çalışmak isterdi. Eskiden bizim dükkanın arka kapısına bir kamyon geldiği zaman 50-60 kişi gelirdi, kamyonu 'Ben boşaltayım, ben boşaltayım' diye. Şimdi işsizlik var diyoruz. Ama şuraya bir kamyon mal getireyim parasıyla bile boşaltacak adam bulamam. İşsizler ama iş beğenmiyorlar.  Sosyal yapı her şeyi değiştirdi. Bence burada devletinde hataları var. Sosyal Yardımlaşma Fonu adı altında çalışmayanlara para veriyorlar. İnsanlar da buna istinaden tembelleşiyor. Kolaycılığa alışıyor. Çalışmak yerine para kazanmanın kolay yolları aranıyor. Ben gençliğimde dükkânının arka kapısına çıkamazdım. Biz dükkanı açarken üst caddedeki diğer kapıdan açardık. Arka kepenkleri elemanlar açardı. Ben arka kepenklerin önüne çıkamazdım. Neden biliyor musun? Köşedeki Cansızoğulları Kahvesi amele kahvesiydi.  Ağabeyim veya ben patronuz ya biz.  Biranda iş mi var diye kapının önüne 40-50 tane amele gelirdi. Şimdi sabahları gelince dükkânın arka kapısını ben açsam bile selam vermeye bir  Allah’ın kulu gelmiyor.

 

Zonguldak'ta iş yaptığınız büyük şirketler var mı? Bugüne kadar kimlerle iş yaptınız?

1980 yılına kadar TTK'nın teknik malzemeler konusunda ana teminini biz yapardık. Hata ve hatta çok enteresandır. Bugün Ereğli Demir Çelik Fabrikaları'nın inşaatı zamanında bittiyse bu bizim sayemizde bitmiştir. Çünkü hiç kimse cıvata ve motoru bilmezdi. Hep bunları bizim vasıtamızla temin ederlerdi. Hatta Ereğli Demir Çekik Fabrikası'nın o zamanki yetkilileri 'Size fabrika sahasından bir yer verelim.' dedi.  o zaman Zonguldak'tan zamanında malzeme yetiştirme ulaşım zordu. 'Siz bizi uğraştırmayın. Ereğli'ye bayilik yapalım' derlerdi. Bizim manevi bağlarımız Zonguldak'ta olduğu için o teklifi değerlendiremedik. Ereğli Demir Çelik'te çok emeğimiz vardır.

 

Dükkânınıza uğrayan siyasetçiler mutlaka olmuştur, peki ünlü isimlerden veya onların aracılığıyla gelen müşterileriniz oldu mu?

1950 yılından beri dönemlerin Zonguldak'ı siyasetten temsil eden siyasetçiler ticarethanemize sohbet muhabbet amacıyla hal hatır sormak için uğrarlar. Ünlü isimlerden rahmetli Tanju Korel geldi. Kozlu'da bir ocak filmi çekiyordu. Tanju Korel büyük biraderlerimle aynı zamanda Galatasaray Lise'sinden arkadaş oldukları için ayrı bir bağımız vardı. Bunun yanında Kelebeğin Rüyası filmini çekerken figüranlar sahne malzemesi almak için geldi. Başka bir yerde bulamadıkları malzemeler varmış. Bizi tarif etmişler, biz de temin ettik.

 

‘ŞEHRİN REHBERLİĞİNİ YAPIYORUZ’

İnsanların bulamadığı bir şeye ihtiyacı olsun bizi tarif ederler. İlla bende satacağım diye bir şey yok. Örneğin çoğu kimse bize gözlük cıvatası var mı diye sorar. Biz gözlük vidası satmayız ama nerede varsa orayı tarif ederiz. Niyet insanlara aradığını bulmakta yardımcı olmaktır. Bizim referans verdiğimiz kişiye referans alan kişi güveniyor. Biz bir yandan da şehrin rehberliğini yapıyoruz. Türkiye'nin neresinde giderseniz gidin nerede olursa olsun Zonguldak'ın ekmeğini yemiş mutlaka bir kişiyle karşılaşırsınız. Zonguldaklıyım demek bir ayrıcalıktır.

Röportaj: Nermin Akkaya

Fotoğraf Uğur Çiv