Seçim kazanı kaynarken

Abone Ol

Yerel seçimler yaklaştıkça, kentte siyasetin atmosferi de yükseliyor. Özellikle CHP’de aday adaylığı için peş peşe yapılan başvurular yalnızca partide değil kentte de hareketlilik yaratıyor. Diğer partilerde büyük bir sessizlik hâkimken aday sayısı beşe çıkan CHP’de, seçimin kendisinden çok daha çekişmeli bir süreç yaşanacağa benziyor. CHP, tercihini hangi saiklerle kimden yana yapacak bilemem ama aday bolluğunu parti içi gerilimlere neden olup küskünlüklere yol açmazsa büyük bir şans olarak görmek gerekiyor. Bir yandan parti örgütünü seçimlere hazır tutarken, diğer yandan da canlı bir parti içi tartışma ortamını canlanmasını sağlıyor. Aralarında eski arkadaşım Bahaddin Arı’nın da olduğu adayların her biri, kentte, toplumun farklı kesimlerini etkileme potansiyeline sahip ayrıca. Bu potansiyeli aday olamadıkları takdirde de harekete geçirmeleri demek, CHP’nin sandıkta diğer partilerden bir adım önde olması demek ki, bence çok önemli bir avantaj bu.

 

Malum, kent üzerine en çok yazı yazan insanlardan biriyim. Pek çok nedeni var bunun. Üzerinde hiçbir mülküm, en küçük bir tapu kaydım olmasa da, tüm hayatımın geçtiği ve annemle babamın mezarının bulunduğu bu kentle marazi sayılabilecek düzeyde duygusal bağlarım var. İkincisi yıllardır içimde taşıdığım sanatsal hazlar, süreç içinde edindiğim kültürle birleşerek estetik duygumu da geliştirdi büyük ölçüde. Üçüncüsü otuz yılı aşan bir süredir, bir teknik eleman olarak yürüttüğüm görevlerim, estetik-işlev ilişkisinin hangi noktada kurulması gerektiğini öğretti bana. Dördüncüsü yazı arşivimden de rahatlıkla anlayabileceğiniz gibi çevresel duyarlılıkları oldukça yüksek biriyim… En önemlisi de ortalamanın üzerinde bir okur olduğum için dünyada olan bitene, değişime pek çok kişiden çok daha fazla açığım. Tüm bunlar birleşince kentsel meseleler üzerine, kimi zaman duygu, kimi zamansa öfke dolu yazılar kaleme almam kaçınılmaz oluyor…

 

Yaklaşım ilkelerini bile açıklamadılar

Hep fikri önceleyip, siyaseti her şeyden çok “fikir ve proje yarışı” olarak gördüğüm için güç dengelerinin hesabını bilemem asla. “Kim güçlüdür”den daha çok, kim ne söylüyor, nasıl bir bakış açısına sahip sorularına bulduğum yanıt çok daha önemli benim için. Meseleye bu açıdan baktığımızda ortada bir fikri kabızlığın olduğunu söyleyebilirim rahatlıkla… Adaylar vazgeçtim projelerini yaklaşım ilkelerini bile açıklamayı bile çok görüyorlar nedense… Güngör Topaoğlu belediyeyi halkla birlikte yöneteceklerinden, Bahaddin Arı ise Gezi ruhundan söz etti, hepsi o kadar. Herkes kendini anlatmakla, nasıl bir güce ve deneyime sahip olduğunu anlatmakla meşgul yalnızca… Oysa Zonguldak’ın çok başka ihtiyaçları var. Ülkenin en çirkin, yaşam kalitesi en düşük yerleşimi olma yolunda hızla ilerleyen kentin, insan odaklı bir bakışla yeniden ele alınması gerekiyor. Ülkede çokça sözü edilen “kentsel dönüşüm”e insan-doğa dengesini gözeten bir yaklaşımla en çok Zonguldak gereksinim duyuyor…

 

Yerel yönetim alanında her şey “a”dan “z”ye bozuk bizim kentte… Şehir içi ulaşım sözcüğün tam anlamıyla bir fecaat, pek çok mahalle ve sokakta yol diye bir şeyden söz etmek mümkün örneğin. Otoparkı olmayan çok katlı yapılara, kaldırımı olmayan dar sokaklarda bile ruhsat verilmesi her yan bir araç cehennemine dönüştürmüş durumda. İç donanımı son derece lüks konutların çevre kalitesi sözcüklerle anlatılabilecek türden değil bu yüzden. Yerleşimin yoğunlaştığı bölgelerde kişi başına düşen yeşil alan miktarı, standardın çok altında; ülkenin yeşili en bol bölgesinde yaşıyoruz oysa… Yaklaşma mesafesi gözetilmeden yapılan iç içe geçmiş yapılar birbirilerinin manzarasını keserek Zonguldaklıları “F tipi” bir komşuluğa mahkûm ediyor. Ormanın bu kadar bol, denizin her şeye içkin olduğu bu kentte hava, su kalitesi de son derece düşük. Özellikle kış aylarında ülkenin havası en kirli kentleri arasında sayılıyoruz. Şebeke suyunuysa hiç kimse içmiyor. Kanalizasyon projesi tamamlanıp, doğalgazla ısınma sağlansa bile mimari yapısı ve diğer nedenlerle Zonguldak yaşam standardını yükseltemeyecek gibi görünüyor.

 

Zonguldak hizmete aç

Yaklaşan seçimlerin tüm bunların konuşulacağı ortamları da yaratması gerekirken başta güç dengeleri olmak üzere çok daha başka şeyler konuşuluyor. En kötüsü de, bitpazarına nur yağmış gibi görev yaptığı süre içinde kente hiçbir şey katmamış insanlar, ısıtılıp ısıtılıp bizlerin önüne konuluyor. Bu kent öylesine kısır ve hizmete o kadar aç ki, görev yaptığı son beş yıl içinde bir tek sahil şeridi düzenlemesi yaptı diye Ali Bektaş, Zonguldak belediye başkanlığına layık görülüyor. Bana sorarsanız Kozlu’da seçimi kazanması Zonguldak’tan daha zor Bektaş’ın. Ben dahil geçen seçimlerde ona oy veren pek çok insan nereden aday olursa olsun ona kesinlikle oy vermeyecek çünkü. Bu durum yalnızca benim için değil, onun çok güvendiği, oy deposu olarak gördüğü çevreler için de geçerli. Bunu niyet olarak değil, somut bir gözlem olarak söylediğimin de belirtmek isterim…

 

Evet, tüm ülkede olduğu gibi kentimizde de seçim kazanı kaynamaya başladı iyice. Ülkenin en kimlikli kentlerinden biri olan Zonguldak’ı kendi değerleriyle yeniden buluşturup kimliğine sahip çıkacak, her açıdan yeniden yapılandıracak, başka bir heyecan ve ruhla yarınlara yönlendirecek başkan değil de bir kadroyu aryacağız bu seçimde. Bilginin değil de gücün gözetildiği, hizmetten çok paylaşımın öne çıkartıldığı dengeler içinde bu kadro çıkarılabilir mi orta, çok zor… Bana sorarsanız bu görev herkesten çok CHP’ye düşüyor. Anlayışlarla görevde oldukları süre içinde demokratik solcu belediyeciliğin hiçbir örneğini sergilemeyen belediye meclisi üyeleri ve danışman kadrosunu değiştirmeleri gerekiyor en başta… Sonra bilim insanları, sivil toplum örgütü yöneticileri ve kent üzerine düşen akil insanlarla yol haritası çizip kararlılıkla yürümeleri gerekiyor… Bu yapılırsa kazanan CHP ile birlikte Zonguldak olacaktır. Olmazsa daha çok çirkinlik cümlesi kurarız…