TANIDIĞIM İNSANLIK

Abone Ol
Hayat penceresinden bir kez daha çitişmiş bir yumak gibi duran dünyayı seyre daldı gözlerim. Aradığım, adına yüzyıllardır insanlık denilen kavramın ta kendisiydi aslında. İzini sürmek için kılı kırk yaran gayretlerimin, hava boşluğuna düşen bir nesne gibi, savrulup duran aidiyet duygusuna sırtını dönmüş gerçeğiydi.
 Bunu her yaptığımda ve hep aradığımda insanlığı, umudumu keserim yaşamaktan. Gördüğüm ayrıntıların her birinde acı  gerçek ve menfaatlere hizmet eden azılı köleler vardı. Ne toplumsal değer yargıları ne de kişisel değer yargılarından eser yoktu ortalarda. Bir zamanlar hep övündüğümüz, özendiğimiz, şu aralar ise özlediğimiz nitelikli insan olmanın şifreleri sayılan kavramların, artık tedavülden kalktığını ve hiçbir halta yaramadıklarına şahit olmanın utancıyla şaşkın şaşkın baktım durdum hayatın penceresinden.
Bu gibi durumlarda ısrarcı olmanın, bir kurban adayı olmaktan öteye gitmediğini gördüm. Pes etmek istemeyen algılarımın en dayanıklı departmanı bile “yani cesaret” şaşkın bu durumdan.
Hangi tarafından tutacak olsan çok taraflı boklu değnek misali bulaşıyor mübarek. Ya kokusu geliyor burnuna ya da izleri yapışıyor üstüne. Kendini henüz bozulmamış ve kaybetmemiş olarak “ayrıcalıklı” tanımlayanların daha o an çıkıyor foyaları ortaya. Aynasına bakmıyor hiç kimse.
Kandırmayalım kendimizi, hepimiz kirlendik. Bizi ya teneşir paklar ya teneşir.
Düşünce koridorumun labirent’e dönüşmesinin verdiği yılgınlıkla içime çekiliyorum hanidir. Hiç bir halt olmadığımızı bilme erdemliğinin yaması bile dikiş tutmuyor.  Bir illüzyon kadar yanıltıcı olanlara gerçeğin tokat’ını atma isteğim şahlanıyor gün be gün ama nafile kendinizden şüpheye düşürecek kadar kaşarlaşmış beyinleri.
Yine de…
Gözüm çok şükür ki hala görüyor ve kulaklarım duyuyor elbette, bununla birlikte midem de bulanıyor. Daha ilk yansımada kesin ve kati olarak durum saptaması yaptığım her bir hamlenin karşısına vicdanım çıkıyor. Bir daha, bir daha düşün, ya öyle değilse!  dayatmasıyla o anki durum bana sadece zaman kaybettiriyor. Oysa doğru olan ilk bakışta gördüklerim, ilk izlenim çıkıyor.
Hani hep denir ya özgürlük sınırsızdır, sınırlar özgürlüğü tanımlar. Bir başkasının sınırlarına tecavüz etme isteği, arzusu “bu düşünsel sınırlarda olabilir” açgözlülüğü değil midir başımızı belaya sokan. İşte bu bağlamda sınırlar çizememek, birilerine hak ihlali hakkı doğuruyor. Sahiden de doğuruyor……  
Keşke dememek için gösterilen müsemmanın ne yazık ki elimde bir demet keşkisi kalıyor.  Sadece hayat ve insanlar değil beni yoran, ben kendimi de bir hayli yoruyorum. Şu çemberime takılan insan halkalarının “bir şans daha” diyen içimdeki vicdanımın kaybedişleri de beni yoran en büyük etken.
Hepimiz kardeşiz teorisinin infilak etmesiyle birlikte, birbirimizin hiçbir şeyi olamadığımızla yüzleşmesinin kabulsüzlüğüne direnmenin de manası da yok aslında. Biz insanlar birbirimizin hiçbir şeyi değiliz artık.
İklimlerin, mevsimlerin rutine bağladıkları geçişlerinde dahi, reaksiyon gösteremeyen denekler gibiyiz. Ne zaman yaz gelmiş ve ne zaman kış başlamış farkındalığı olmadan, sadece üşüyor ve ısınıyor olmamızla alakalı algılarımız.   En azından birçoğumuzun böyle,  ne bir su damlası kadar mutluluk düşüyor içimize ne canımız yanıyor birine kış gelse.
Kimin elinden tutup kime güveneceğini bilememenin aptallığına duyduğum öfke kadar içimden ateş çıkıyor. Ama ne yalan söyleyeyim bütün bu aşamalarda elde kalan öğretilerde yok değil hani. Şöyle ki ıslata  ıslata dövüyor insanı hayat ve aynaya iyi bak diyor keramet sadece sende. Israrcı davranmam, önce karşımdakine söz hakkı vermem ve değer kıymet vermem,  kodlarıma yüklenen insan olabilme öğretisi yüzünden oluyor sanırım.
Daha düne kadar izlerini sürdüğüm, onlar aydın, onlar düşünür ve onlar benden daha çok şey bilir dediğim, idealist gördüğüm fikir insanlarının, kendi kara cehaletlerine yenik düştüklerini görmek, belki de çıkarlarına yenildiklerini görmek, nasıl dibe vurduruyor içimdeki güveni.
Dünya koca bir değirmen taşı ve biz insanları öğütüyor mekanizmasında un olup eleğin altına geçenler mi şanslı, kepeğinin hafifliğinde kalburüstünde kalanlar mı bilemedim.
 Hani bir şarkı vardı, Yeni Türkü’nün seslendirdiği “biz büyüdük ve kirlendi dünya” diye devam eden. Sahi büyüyünce mi kirlenir dünya?  Lakin  çocuk olmak büyümekten daha zor bu günlerde.  Saflık temizlik gibi kavramlarında rotasını değiştirdik sonunda.  Dedim ya neresinden tutsam elimde kalıyor, ya da bulaşıyor işte.
Dünyanın bir çeşni olarak koca bir kazan içinde fokur fokur kaynadığı bu günlerde, kalem nereye deyse yanıyor cayır cayır.  İçimizde bir yerlerde, belki bir tutam insanlık kaldığını düşünmek bile iyi gelmiyor bana.
Durum içler acısı, durum vahim.